Doktor , Mühendis , Öğretmen ve diğer memuriyetler
DOKTOR ve MÜHENDİS :
Müslüman bir doktor , mesleği ile ilgili görev ve memuriyetlerde çalışabilir ve bu arada insanlara islam’ı sevdirebilecek bir şahsiyet te ortaya koyabilir . İşinde cahili düzenin direkt müdahalesinden uzak ve kendi teknik alanı çerçevesinde çalışmalarını sürdürebilir.
ÖĞRETMEN :
Öğretmen doktor ve mühendis gibi değildir . gerek İslam’i olmayan eğitim programlarında , gerekse tağutları yüceltmek zorunda olması dolayısıyla belli bir oranda cahiliyyenin kaçınılmaz baskısına maruz kalır . Bununla birlikte ruhi , ahlaki , ve dini yaşantısıyla öğrencilerine İslam’ın cahiliyyeden nerede ve ne şekilde ayrı ve farklı olduğunu gösterebilir.
DİĞER MEMURİYETLER :
Bunlar yaptıkları görevin mahiyetine göre cahiliyyenin baskısından uzak veya bu baskının altında kalırlar . Günümüz dünyasındaki beşeri sistemleri ve sistemlerin devlet yapılarını incelediğimiz zaman bu devletlerin sadece zulüm ve sömürüyü esas alan kurumlardan oluşmadığını, bu yapılarda insanların meşru ihtiyaçlarını karşılayabilecek bazı kurumların da bulunduğunu görüyoruz.Bu kurumların tağuti sisteme bağlı olmaları, bu kurumların tağutı misyon ve icraate sahip oldukları anlamına gelmez. Bu sistemlerde bulunan dernekler ise, sadece dernekler yasası ile devlete bağlı bulunan, ancak misyon ve icraat alanlarını kendileri belirleyen kuruluşlardır. Dolayısıyla bu derneklerinde bağlı bulundukları devletten ziyade, kendilerinin belirlediği misyon ve icraatlarına göre tanımlanması ve bu tanımlamaya göre değerlendirilmesi gerekir. Tağutu reddetmek adına, tağuta bağlı tüm kurum ve derneklerin bütün icraatlarını da reddetmek, akıla ve nakile dayalı biliçli bir yaklaşım değildir. Çünkü Mekke müşriklerinin sosyal ve ticari alandaki bazı müspet icraatleri, İlahi vahiy tarafından gündeme alınarak yargılanmamış ve reddedilmemiştir. Meselenin bir de ikinci boyutu var. Mesela kırk haramilerin mağaralarında yemek pişirip,bulaşık yıkamak eylem ve icraat açısından meşru bir iş gibi görülecektir. Oysa siyasi ve iktisadi haramilere yemek vermek, mazluma kalkan ellere kan vermek gibidir. Tağuti sistemlere bağlı olan ve bazı müspet icraatları bulunan dernekler ise, tağuti sistemlerin kapkara kaportasını süsleyen nikelajlı aksesuarlar gibidir. İcraatları açısından meşru gibi gözüken bu gibi dernekler,arabayı motor aksamı ve kaportasına göre değil de, aksesuarına göre değerlendiren acemi kitleler için birer aldatmacadır. Tağutu ve tağuti düşünceleri akidede dışlayan,akidelerini bozacak küfri eylemlerden sakınan bu kardeşlerimiz(memur ve işçi) hiç şüphesiz ki müslümandırlar. İslamın hakim olduğu toplumlarda da islami kimliğimizi sevdirmek o kadar gereklidir. Bu gereklilik ise yollara pislik atmakla değil, yoldan pisliği kaldırmamızla sağlanabilir. Küfri icraatler eşliğindeki küfri işler nerede yapılırsa yapılsın hiç kuşkusuz ki kişiyi dinden çıkaran işlerdir. Nitekim yasama durumunda olanlar, Allah adına konuşup insanlara Allah’ı ve islamı yanlış tanıtan bel’amlar,yukarıda zikrettiğimiz ve itham veya tekfir etmediğimiz kardeşlerimizin dışındadır. Tağutun memuru olmasına rağmen insanların uyanmasına vesile olacak faydalı şeyler anlatan bir öğretmenin durumu, geleneksel bir din gurubunun maaşlı personeli olarak insanları uyutacak şeyler anlatan kişinin durumundan çok daha iyidir...Resmi kurumlarda çalışırken tağutluk misyonunu reddeden ve bu misyonun icraatinden sakınan kardeşlerimizin, maaşlarını nereden aldıkları değil, hangi iş karşılığında aldıkları önemsenmesi ve ön plana çıkarılması gereken bir husustur.
...Kimse devlet kademelerinde görev almasın, kimse ticaret yapmasın demek istemiyorum. Tam tersine bütün bu alanlarda bağımsız islami hareketin gelişimine önemli katkılarda da bulunulabilir. Demek istediğim, başlangıçta üzerimizde bulundurduğumuz kulluk bilincinden harşeye rağmen taviz verilmeden, ahiretimizi kollayarak bu alanlardan yararlanabiliriz.
imam Azam zalim ve fasıkğın yöneticiliğini kabul etmemekle birlikte sosyal faaliyetlerin yürütülmesi gerektiğini kabul ederek, eğer kendisi adilse zalim halifenin kadısının hükmünü kabul etmiş, sorumluluğu ferdin kendisinden başlatmıştır.
Raşid halifeler döneminde sadece imam ve müezzin tayin edilip onlara maaş ödenmekle kalınmıyor aynı zamanda fakihler, muhaddisler ve Kuran öğreticileri gibi dini konularda halkı irşad eden muallim ve müderrislerede düzenli maaşlar ödeniyordu. (Mevlana Şibli – Asrı Saadet) Hz. Ömer her şehre bir imam, bir müezzin tayin ediyor ve bunlara hazineden tahsisat bağlıyordu. İbnül Cevzi, Siretül Ömereyn adlı eserinde “Hz. Ömer ve Hz. Osman, imamlara, müezzinlere maaş veriyorlardı” demektedir. Sadreddin Yüksel, imam olsun olmasın, mevcut sistemden görev alarak devlet memuru veya işçi statüsüne giren bütün insanların kafir olduğunu, yeniden islama dönebilmeleri için sahip oldukları iş veya mesleklerini bırakmaları gerektiğini bile söyleyebilmektedir. Buna memuriyete başlarken devlet memurlarına yaptırılan yemini imzalayan herkesin kafir olduğunu ve müslüman olabilmesi için ilk önce istifa etmesinin şart olduğunu, müslümanım diyenlerin gerçekten müslüman olabilmeleri için hiçbir kamu kurum ve kuruluşunda çalışamayacaklarını, çalışıyorlarsa ayrılmaları gerektiğini ifade etmiş, daha sonra söylenmesi küfür olan bir şeyi, kitabet (yazı) yoluyla tasdik etmenin de küfür olacağını isbat etmek için geleneksel fıkıh kitaplarından derlediği bir yazıyı memurlara imzalattırılan “yemin” örneğiyle birlikte tarafıma göndermeyi de ihmal etmemişti. Ancak bu husus, aksine imkanları olduğu halde isteyerek ve tercih ederek onlara tevdi etmeleri ve kalben onlara bağlılık hissetmeleri haliyle sınırlıdır. Müslümanların zayıf, kafirlerin kuvvetli olmaları sebebiyle şerlerinden ve zararlarından korkmak ve aksine güç yetirememek gibi zaruri haller ise bundan müstesnadır. Aksine müslümanların zayıf, gayri müslimler kuvvetli oldukları zaman, müslümanların kalben sevgi ve muhabbet göstermeksizin zahiren dost gibi gözükmelerine dahi şeran müsaade edilmiştir.
Kuran bu hususu istisna ederek “onlardan korkmanız hali müstesnadır” yani “onlardan korkmanız halinde kalb ile itikad etmeden işkence ve kötülüklerini defetmek için takiyye ve mudaraa yaparak lisanlarınızla onlara sevgi izhar etmenizde bir sakınca yoktur. O halde iman edilmesi gereken esaslara inanan, inkar edilmesi gerekenleri inkar eden gayri müslimlerle münasebetlerini ve tağuti düzenlere karşı tavrını bu çerçeveye yerleştiren bir kimse zaruri olan durumlarda sadece demokratik sistemlerden görev almak veya görev talep etmekle tağutu veli edinmiş sayılır mı? Ebu Talip hiçbir zaman atalarının dinini terketmeyen bir müşrikti. Buna rağmen Peygamberimiz onun himaye ve teminatı altına girerek cahiliye toplumunun mevcut kanunlarından istifade etmekte hiçbir beis görmemiştir. Ebu Talib’in vefatını müteakıben kısa bir süre de olsa, Ebu Leheb gibi azılı bir islam düşmanının koruması altına girmiş, onun himayesini çekmesiyle birlikte kendisini koruyacak bir güç aramak üzere Mekke dışına çıkmak mecburiyetinde kalmış, bu nedenle Taif’e gitmiştir. Nihayet Mutim b. Adiy’e haber göndererek onun himayesine girmek istedi, o da Resulullah’ın teklifini kabul etti. Çocuklarını ve kabilesini toplayarak hepsinin silahlarını kuşanıp Kabenin rükünlerinde bulunmalarını istedi ve onalra Muhammed’i himaye altına aldığını söyledi. Buna göre kendilerinin can güvenliğini sağlayacak mensuplarını himaye edip hürriyetlerini temin edecek cahili kanun ve adetlerden yararlanmak islam davetçileri için meşru bir haktır. Ebu Bekir ra gibi büyük bir sahabinin de İbnü’d Duğunne’nin himayesi altına girmeyi kabul ettiğini görüyoruz. Sahabi topluluğunu bizzat Resulullah sav Habeşistan hükümdarı Necaşi’nin himayesine göndermiştir. Halbuki o sırada Necaşi henüz bir Hıristiyan idi.. Bilhassa Mekke döneminde müslüman olan insanlara “Kelimei Tevhid”den başka şart koşulmaması, bulundukları yerleri ve çalıştıkları işleri bırakmasını teklif etmemiş, gerek Yahudi ve hıristiyanların, gerekse müşriklerin işlerinde çalışan insanlara işlerini terketmedikleri takdirde kafirlerin ve tağutların velayetini reddetmiş olamayacaklarını söylememiş; kafir olan ailelerini terketmelerini emretmemiştir. Müslüman memur görevi sebebiyle islam davetini zor duruma düşürecek veya bir kısım dini hükümleri değiştirebilecek yada bazı haramların işlenmesini vasıta olacak şekilde olmaması ve bu görevi kabul ederken akide ve prensiplerinden en ufak bir taviz vermemesi şarttır. Kuran Hz. Yusuf kıssasını naklederken şöyle der: “(Yusuf Krala): Beni ülkenin hazinelerine memur et. Çünkü ben (onları) iyi korur, (yönetmesini) iyi bilirim, dedi.” (Yusuf:55) Hz. Yusuf’un görev talep ettiği kral geleneksel Mısır Firavunlarından biridir ve Mücahid’den gelen rivayete göre Hz. Yusuf vazifesinin başına geçer geçmez kendisine tebliğe başlamış ve neticede Kral Yusuf as vasıtasıyla müslüman olmuştur. Nitekim Kurtubi bu ayeti tefsir ederken: “Bir kısım alimler şöyle demiştir. Bu ayette fazilet sahibi bir kimsenin, fâcir bir kimse ve devlet başkanının hesabına çalışmasının mübah olduğuna delil vardır. Ancak fazilet sahibi kimsenin, uhdesine verilen görevin kendisine karşı çıkılmayacak bir iş hususunda verildiğini ve onunla dilediği kadar ıslahat yapacağını bilmesi şarttır.” Maverdi şöyle demiştir: “Görevlendirilen kimse zalim ise ondan görev almanın caiz olup olmayacağı hususunda alimler ihtilafa düşerek iki farklı görüşe sahip olmuştur. Birincisi üzerine aldığı vazifede hak ile amel ettiği zaman, görev almasının caiz olduğudur. Zira, Hz. Yusuf, Firavun tarafından vazifelendirilmişse de onun hakkında muteber olan kendi fiili olup başkasının fiili de değildir. Nesefi “Alimler b ayette insanın zalim bir sultanın elinden vazife almasının caiz olduğuna delil vardır” demişlerdir.
Nitekim selefi salihin zalimler tarafından verilen kadılık vazifelerini üstleniyorlardı. Kadı Beydavi de şöyle demiştir: “Bu ayette vazife isteme ve bu vazifeye hazır olduğunu izhar etmekle hakkı yerine getirmenin ve halkı idare etmenin kafirden görev almaktan başka yolunun bulunmadığını bildiği vakit kafirden görev almanın caiz olduğuna delil vardır.” Tüm bunlar Hz. Muhammed sav’in ümmeti içinde geçerlidir. Kuran bunu neshetmemiştir. Bu da hangi suretle olursa olsun, islamın ve müslümanların maslahatı için demokratik sistemlerden görev almanın tağutu veli edinmekle aynı şey olmadığının başka bir delilidir. Müslümanlar sorumlusu olmadıkları gayri islami bir ortamın içinde kendilerini bulmuşlarsa, bundan kurtulmalarının yolu demokratik sistemlerden görev almayı reddederek sosyal hayattan soyutlanmaktan değil, şartları kendi lehlerine değiştirinceye kadar mevcut fırsatlar dahilinde demokrasinin imkanlarını kullanmaktan geçer.
Allah cc’a ait olmayan beşeri düzenlerde müslümanların dikkat etmesi gereken en önemli konu öncelikle rejimlerin niteliğine bakmadan yaptığı işin fıtri olup olmaması, islami olup olmaması ve kendisinin yaratılıştan gelen tabii bir hakkının olup olmamasıdır. Böyle bir hakkını kullanırken rejimlerin bir takım yaptırımlarına muhatap olması ve takatının üstündeki bu yaptırımlara boyun eğmesi, müminin asla o rejimi kabullendiğini göstermez..Daimi bir şekilde ticaret yapmak istediğinizde, tağuti rejimlerden müsaade alınması gerektiği için, bir takım paralar ödemek zorunda kaldığınız için bu işlerden vaz mı geçeceksiniz? Birisi bize “Siz de tağuti düzenleri kabulllenmiş durumdasınız. Onun müsadesiyle ticaret yapıyorsunuz, ona vergi ödüyorsunuz, onun verdiği tapuyu alıyorsunuz vs” diyemez. Çünkü bütün bunlar, insanın yaratılıştan getirdiği, Allah azimüşşan’ın meşru kıldığı fiilerdir. Kervanımız soyan eşkıya karşısında çaresiz kalışımız ve o an için elimizden bir şeyin gelmeyiş eşkıyayı meşru gördüğümüz anlamına gelebilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder