KÜFRE GÖTÜREN AMELLER ve DELİLERİ
HALKA, İP, NAZAR BONCUĞU VB.ŞEYLERİ KÖTÜLÜĞÜ DEFETMEK İÇİN TAKMAK ŞİRKTİR
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Ey Muhammedi Yemin olsun ki, eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette: "Allah yarattı" derler. Sen onlara şöyle de:"Söyleyin bakalım eğer Allah bana herhangi bir zarar vermek istese, sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız O'nun bu zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilese O'nun bu rahmetini durdurabilirler mi? De ki: "Bana Allah yeter. Güvenenler sadece O'na güvensinler." (Zümer: 38)
Allah (c.c) göklerin ve yerin yaratıcısı, yegane kudret ve kuvvet sahibidir. Kullarına bir fayda vermek istediğinde ona engel olabilecek veya bir zarar vermek istediğinde o zararı defedebilecek hiçbir şey, güç ve kudret yoktur. Her şey O'nun elindedir. Dilediğini dilediği kimseye verir. Dilediğini de dilediği kimseden alır.
Bu mesele zihinlerde yerleştikten sonra müslümanların artık kimseden kokmasına ve kimseden bir şey ummasına gerek yoktur.
Allah'a bu şekilde iman eden kimse ne sarsılır, ne korkar ne de bir kimse onu yolundan çevirebilir...
Bu hakikat mü'minin kalbine yerleşirse artık onun imanı kemale ermiş demektir. O sadece Rabbine güvenir ve O'na tevekkül eder.
Kim bir melekten, resulden veya Allah'a yakın olduğunu zannettiği bir ölüden menfaat sağlamak veya kendisinden bir zararı defetmek için yardım ister veya onu yardıma çağırır ya da kendisine fayda verebileceğine inanırsa büyük şirk işlemiş olur.
İmran b. Hüseyin şöyle rivayet etti:"Rasulullah (s.a.s) bir adamın koluna halka takmış olduğunu görünce sordu: "Bu nedir?" Adam da:
"Bu kötülüklerden koruyan bir şeydir" dedi. Rasulullah (s.a.s): "Hemen çıkart. Bu seni daha kötü yapar." dedi ve konuşmasını şu şekilde sürdürdü: "Eğer bu üzerinde olduğu halde ölseydin asla felaha erişemezdin."(Ahmed ve Hakim sahih senetle rivayet ettiler.)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Kim nazardan korunmak için bir şey takarsa şirke girer."(Ahmet ve Hakim sahih senedle rivayet ettiler)
Herhangi bir şeye zarar verecek olan da fayda sağlayacak olan da sadece Allah'tır. Kim; halka, ip, nazar boncuğu gibi şeyler takıp, bunların doğrudan doğruya kendisine fayda verebileceğine veya kendisinden bir zararı uzaklaştırabileceğine inanırsa büyük şirk işlemiş ve dinden çıkmış olur. Fakat taktığı şeyler sebebebiyle Allah'ın kendisine fayda vereceğine veya kendisinden bir zarar uzaklaştıracağına inanırsa, büyük haramlardan daha haram olan küçük şirk işlemiş olur.
Bu konuda cehalet özür değildir. Zira durumu bilmeyen sahabeye Rasulullah (s.a.s): "Eğer bu üzerinde bulunduğu halde ölseydin asla felaha ulaşmazdın" demiştir.
Bu gibi batıl şeyler fayda sağlamaz, aksine daha çok zarar verir. Rasulullah (s.a.s)'in de buyurduğu gibi: "Bu daha kötü yapar."
Huzeyfe (r.a) bir adamın kolunda hastalıktan korunmak için takılan bir ip görünce onu kopardı ve şu ayeti kerimeyi okudu: "Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a inanmazlar." (Yusuf: 106)(Ebu Hatem sahih senedle rivayet etti)
Hastalık v.s den korunmak için takılan ip, kurdele gibi şeyler yukarıda açıkladığımız gibi takanın durumuna göre ya büyük şirk ya da küçük şirk olur. Huzeyfe (r.a)'nün bu ayeti okuması sahabelerin büyük şirk hakkındaki ayetleri küçük şirk hakkında da delil olarak getirebildiklerini gösteriyor.
Ukbe b. Amir (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Kim uğur getirsin diye bir şey takınırsa Allah ona hiç uğur getirmesin. Kim kendisini korusun diye bir şey taşırsa Allah onu korumasın." diye dua etmiştir.(Ahmet ve Hakim sahih senedle rivayet ettiler.)
Rasulullah (s.a.s) uğur getirsin veya kendisini korusun diye bir şey takanlara: "Allah ona hiç uğur getirmesin, Allah onu korumasın" diye beddua etmiştir. Öyle ise bu tür kimselere beddua etmek caizdir.
MUSKA VE NAZARLIKLAR
Ebu Beşir el-Ensari (r.a) .şöyle rivayet etti:"Rasulullah (s.a.s) ile bir yolculuğunda beraberdim.Gördüğü her devenin boynunda bulunan halka, boncuk veya bunun gibi ne bulunursa koparması için bir elçi gönderdi."(Buhari - Müslim)
İbn-i Mes'ud (r.a) şöyle rivayet etti: Rasulullah(s.a.s)'in şöyle dediğini duydum: "Ruk'a, Temaim ve Tevle şirklerdendir." (Ahmed, Ebu Davud)
Ruk'a: Muska ile veya tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çok kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılamaz.
Temaim: Nazardan korunmak için takılan boncuk ve nazarlıklardır.
muska şeklinde kişinin üstünde bulundurmasına bazı sahabeler izin vermiş bazıları vermemiştir. Abdullah b. Mes'ud (r. a) izin vermeyen sahabeler arasındadır.
- Bir insan zarardan korunmak veya fayda sağlamak amacıyla bir şey takarsa, Allah (c.c) o kişinin isteğinin yerine getirilmesini taktığı şeye bırakır.
Nazar boncuğu gibi şeyleri takıldığı yerden çıkarmak büyük sevaptır.
HERHANGİ BİR DİLEĞİN KABUL OLMASI MAKSADIYLA TÜRBE, AĞAÇ GİBİ ŞEYLERE EL SÜRMENİN HÜKMÜ
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Gördün mü Lat ve Uzza'yı ve üçüncü put olan Menafi? Herhangi bir güçleri var mı?"(Necm: 19-20)
LAT: Beyaz bir kaya parçası idi. Üzerinde bir takım nakışlar vardı. Taif de onun adına bir mabed yapılmıştı. Ve bu mabedin özel hizmetçileri bulunuyordu. Mabedin çevresinde muaazzam bir boşluk vardı. Taifliler yani Sakif kabilesi ve onlara uyanlar, Kureyş'in dışındaki arap kabilelerine karşı bu putla öğünürlerdi.
Buhari, İbn-i Abbas (r.a)'nun Lat hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor: Adamın biri beyaz bir kayanın yanında arpa ve buğdaydan yemek yapıp yağla beraber hacca gelen insanlara satardı. Bundan kim yerse şişmanlardı. Bu adam ölünce Sakif kabilesi bu adama hürmet olsun diye bu beyaz kayaya tapmaya başladılar.
Rasulullah (s. a. s) Mekke'nin fethinden sonra Mugire b. Şu'be (r.a)'yu Lat'ı yıkmak için gönderdi..
UZZA: Ağaçtan yapılmış bir puttu. Üzeri hurma dallarıyla örtülü, çevresi duvarlarla çevriliydi. Mekke ile Taif arasında bulunuyordu. Kureyşliler Uzza'ya da saygı gösterirlerdi. Uhud günü Ebu Süfyan: "Bizim Uzzamız var sizin ise yok" diye seslenmiş bunun üzerine Rasulullah (s.a.s): "Bizim mevlamız Allah'tır. Sizin ise mevlanız yok" deyin, diye buyurmuştur.
Ebu Tufeyl (r.a) şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.s) Mekke'yi fethettikten sonra Halid b. Velid'i içinde Uzza olan bir ağaca gönderdi. Uzza üç ağaç üzerine konmuştu. Bunları kesti ve üzerine konulan şeyi yıktı. Sonra Rasulullah (s.a.s)'in yanına dönerek yaptıklarını anlattı. Rasulullah (s.a.s) dedi ki: "Dön, sen gerekenleri yapmadın." Bu putun kahinleri Halid b. Velid'in döndüğünü görünce dağa bakarak: "Ey Uzza! Ey Uzza!" dediler. Halid b. Velid Uzza'nm bulunduğu yere gelince çıplak, saçı dağınık bir kadın gördü. Kadın yerden toprak alıp başına saçıyordu. Halid b. Velid bu kadını kılıçla öldürdü. Sonra Rasulullah (s.a.s)'e dönerek olayı anlattı. Rasulullah (s.a.s) ise: "Senin öldürmüş olduğun Uzza'dır" buyurdular." (Nesei - İbn Merduyeh)
MEN AT: Mekke ile Medine arasında Kadit denilen yerde idi. Medine'de bulunan Huzaa, Evs ve Hazreç kabileleri cahiliyyet devirlerinde ona saygı gösteril' ve oradan geçerek haccetmek üzere Ka'be'ye giderlerdi.
Mekke'nin fethinde Menat'ı yıkmak için Rasulullah (s.a.s) Ali (r.a)'hı gönderdi.
Arap yarımadasında çeşitli kabilelerin saygı gösterdikleri daha başka bir çok putlar vardı. Fakat içlerinde en ünlüsü bu üçü idi.
Lat, Uzza ve Menat'a tapan kişiler bunları herhangi bir taş veya herhangi bir ağaç olarak görüp tapmıyorlardı. Bu ağacın yanında salih bir kişinin veya bir velinin mezarının bulunduğuna inanıyorlardı. Mesela; Uzza'nın bulunduğu yerde salih bir kadının gömülü olduğuna inanıyorlardı. Bundan dolayı bu putlara saygı gösterip hürmet ettiklerinde bereket olacağına, sıkıntı anında onlardan yardım istediklerinde sıkıntılarının giderileceğine veya ihtiyaç anında onları yardımlarına çağırdıklarında kendilerine yardım edileceğine inanıyorlardı.
Salih insanların mezarına bereket olsun diye el sürenler veya bir dileğinin olması için ölmüş salih kimselerden yardım isteyenler Lat'a tapanlar gibidirler.
Herhangi bir ağacı kutsal sayan, onu bereket sebebi olarak gören, dileğinin yerine gelmesi için o ağacın çevresinde bir takım hareketler yapan kimseler, Uzza ve Menat'a tapanlar gibidirler.
Ebi Vakid el-Leysi (r.a) şöyle rivayet etti:
"Rasulullah (s.a.s) ile birlikte Huneyn savaşına çıktık. Biz küfür ve şirk aleminden henüz yeni ayrılmıştık. Müşriklerin Zat-ü Envat adı verilen büyük bir ağacı vardı. Kılıçlarını savaşın onlara zafer getirmesi için bu ağaca asarlardı. Böyle bir ağacın yanından geçtik ve Rasulullah (s.a.s)'e şöyle dedik:
"Ey Allah'ın Rasulü! Bize de Zat-ü Envat gibi bir ağaç tayin et de kılıçlarımızı ona asalım."
Rasulullah (s.a.s):"Allah-u Ekber! Yine aynı yol, yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa'ya: "Ey Musa! Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap" dedikleri gibi dediniz. Siz muhakkak sizden öncekilerin yaptıkları gibi yapacaksınız."(Ahmed ve Tirmizi rivayet edip sahih dediler)
-Sahabeler Rasulullah (s.a.s)'den Zat-ü Envat gibi bir ağaç tayin etmesini isterken, bundan Allah'ın hoşnut olacağını zannederek istiyorlardı. Sahabelerin bu istedikleri şey küçük şirk değil büyük şirktir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) onların isteklerini İsrailoğullarının Musa'dan: "Ey Musa! Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap" isteklerine benzetmiş ve bu konudaki cahilliklerini özür kabul etmemiştir.
-Rasulullah (s.a.s) onların isteklerinin şirk olduğunu belirttikten sonra hemen vazgeçip böyle bir şeyi yapmadıklarından dinden çıkmamışlardır. Şayet Rasulullah(s.a.s)'e sormadan önce veya sordukları halde onun sözünü dinlemeyip böyle bir şey yapsalardı büyük şirk işlemiş ve dinden çıkmış olurlardı.
-Hadisi rivayet eden sahabenin: "Biz küfür ve şirk aleminden henüz ayrılmıştık" sözünden anlaşılıyor ki;daha önceden İslam'a girmiş olan sahabeler böyle şeyler yapmanın büyük şirklerden olduğunu gayet iyi biliyorlardı.
ALLAH'TAN BAŞKASI ADINA KURBAN KESMENİN HÜKMÜ
Allah (c.c) Şöyle buyuruyor:"De ki: "Namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiç bir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak bununla emrolundum."(En'am: 162-163)
"Rabbin için namaz kıl, kurban kes." (Kevser: 2)
AH b. Ebu Talha (r.a) şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.s) bana dört şeyden bahsederken şöyle dedi:
"Allah (c.c) kendisinden başkası için kurban kesene, ana-babasına lanet edene, kendisine kısas yapılacak kimseyi saklayana, arazilerin hudutlarının değiştirene lanet etmiştir." (Müslim)
Yukandaki ayet-i kerimelerden ve hadisi şeriften anlaşılıyor ki:
Allah için kurban kesmek tıpkı namaz gibi Allah katında büyük değeri olan bir ibadettir.Nitekim kurban kesmek Kur'an-i Kerim'de birkaç yerde namazla beraber zikredilmiştir.
Allah için kurban kesmek önemli bir ibadet olduğu gibi Allah'tan başkasi için kurban kesmek de büyük şirklerdendir.
Putlar için, mezarlar için, kendisine fayda sağlayacağını zannettiği ölü veya diri bir kimse için ya da bir kimseye saygı gösterdiğini belli etmek için kurban kesmek büyük şirktir.
Kurban kesen kişi ister doğrudan doğruya Allah'tan başkasının adını zikrederek kurban kessin, isterse Allah'a yaklaşacağını zannederek Allah'tan başkasının adıyla kurban kessin farketmez, büyük şirk işlemiş ve İslam dininden çıkmış olur. Allah'tan başkası için hayvan kesilirken Allah'ın ismi zikredilse bile bu hayvanın etini yemek haramdır.
Fakat Allah rızasını kazanmak niyetiyle Allah adına kurban kesip: "Allah'ın! Bundan meydana gelen sevabı falan kişiye ver" demek caizdir.
Tarık b. Şihab (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Bir sinek yüzünden adamın biri cennete, diğeri de cehenneme girdi." Sahabeler:
"Bu nasıl oldu ey Allah'ın Rasulü?" dediler.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"İkisi beraber bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putları vardı. Birine: "Bir kurban takdim et" dediler. O da: "Takdim edecek hiçbir şeyim yok ki" dedi. Onlar da: "Hiç değilse bir sinek takdim et" dediler. O da bir sinek takdim etti, yolunu açtılar, serbest bıraktılar. Allah (c.c) o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu. Diğerine: "Sen de takdim et" dediler. O da: "Allah'tan başka hiçbir şeye sinek dahi takdim etmem" dedi. Boynunu vurdular. Ve o adam bu yüzden cennete girdi."(Ahmed)
Bu hadisten anlaşılıyor ki; sırf başkalarının kötülüğünden korunmak için Allah'tan başkasına, istemeyerek ve kıymetsiz bir hayvanı dahi olsa kurban etmek,insanın cehenneme girmesine sebep olur. Bu da bir sinekle dahi olsa bile Allah'a şirk koşmanın ne kadar büyük haram olduğunu gösteriyor.
Diğer kişinin ölümü göze alıp imanında sebat etmesi mü'minlerin şirke karşı tutumlarına çok güzel bir örnektir. Mü'minlerin şirkten şiddetle kaçınmaları ve şirke düşmemeye dikkat etmeleri imanın bir şartıdır.Çünkü insan bilmeden de olsa, cehenneme girmesine sebep olabilecek bir şirk işleyebilir.
Cehenneme giren kişi müslümandı ve daha önce cehenneme girmesine sebep olabilecek bir amel işlememişti. Çünkü Rasulullah (s.a.s): "Bir sinek yüzünden cehenneme girdi" buyurmuştur.
Müslümanların hayır ve şer hiçbir ameli küçümsememeleri gerekir. Zira müşrikler bile işlerin ne maksatla yapıldığına önem verirler. Böyle olmasaydı müşrikler adamı bir sinek kurban ettiği için almazlardı
ALLAH'TAN BAŞKASINA SIĞINMANIN VE YARDIMA ÇAĞIRMANIN HÜKMÜ
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"Gerçekten bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların cüret ve azgınlıklarını artırırlardı." (Cin: 6)
"Allah'ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan sen de zalimlerden olursun. Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik dilediği takdirde O'nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, Gafur'dur, Rahim'dir."(Yunus: 106-107)
"Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir?"(Ahkaf: 5)
"Hiçbir şey yaratmayan üstelik kendileri yaratılmış olan şeyleri mi Allah'a ortak koşuyorlar?İbadet ettikleri şeylerin kendilerine (ibadet edenlere)yardım etmeye güçleri yetmez. Hatta kendilerine bile yardım edemezler." (A'raf: 191-192)
Rasulullah (s.a.s) zamanında bir münafık vardı. Mü'minlere eziyet ediyordu. Bazı mü'minler dediler ki:
"Gidip Rasulullah'tan yardım isteyelim." Rasulullah (s.a.s)'den yardım istediklerinde şöyle buyurdu:
"Benden yardım istenilmez. Doğrudan doğruya Allah'tan yardım istenilir."(Taberani rivayet edip sahih dedi)
Enes (r.a) şöyle rivayet etti: Uhud Savaşında Rasulullah'ın başı yarıldı ve dişi kırıldı. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Resullerin başını yaran bir kavim nasıl felaha erişebilir?" Bunun üzerine şu ayeti kerime nazil oldu:
"Senin elinde bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul eder veya onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir." (Al-i imran: 128)(Müslim)
İbn-i Ömer (r.a) şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah
(s.a.s)'in sabah namazında rükudan kalktığı zaman "Semiallahu limen hamideh" dedikten sonra şöyle söylediğini duydum:
"Saffan b. Umeyye, Süheyl b. Amr, El-Haris b. Hişam'a Allah lanet etsin." Bunun üzerine şu ayeti kerime nazil oldu:
"Senin elinde bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul eder veya onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir." (Al-i İmran: 128)
(Müslim)
Ebu Hureyre (r.a) şöyle rivayet etti:"Önce en yakın akrabalarını uyar." (Şuara: 214)ayeti nazil olduktan sonra Rasulullah (s.a.s) kalktı ve şöyle dedi:
"Ey Kureyş Ahalisi! Kendinizi ateşten kurtarın. (İman etmedikçe) Size hiçbir fayda veremem. Ey Abdulmuttalib'in oğlu Abbas! Ben sana bir fayda veremem. Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Malımdan ne istiyorsan vereyim. Ama sana bir fayda veremem."(Müslim)
Bu ayetlerden ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki:
Bazı insanlar cinlerin kendilerine yardım edeceğine inanarak onlara sığınırlar. Fakat gerçekte cinler onlara fayda değil ancak zarar verir.İbadet et Allah'ın sevdiği, emrettiği, kabul edip razı olduğu gizli ve açık ameller ve sözlerdir.
Dua ile yardımına çağırmak arasındaki fark: Dua sıkıntılı ve ferah her durumda yapılabilir, yardımına çağırmak ise zor bir durumla karşılaşıldığında olur.
Bütün bunlar yani; dua ve yardımına çağırmak her halukarda sadece Allah'a yapılır. Zira herhangi bir mahluka fayda sağlayacak veya ondan bir fenalığı giderecek ancak ve ancak Allah'tır. Eğer bir kişi Allah'tan başka kimsenin gücünün yetmediği bir şeyde ister melek, ister rasul, ister veli olsun bir mahluku yardımına çağırır veya ona sığınırsa müşrik ve kafir olur.
Ayrıca ölü bir kimseden rasul, sahabi, veli veya salih bir kişi de olsa yardım istemek, ona sığınmak büyük şirklerdendir. Bu kimseler, kendilerine bile fayda veya zarar sağlamaya güç yetiremezler.
- Rasulullah (s.a.s) Allah'ın en sevgili kulu olduğu halde Allah'ın izni olmadan- hiçbir insana ne bir fayda ne de bir zarar verebilir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne kadar da az öğüt alıp düşünüyorsunuz?" (Neml: 62)
Yani; Ey müşrikler! Sıkıntı ve ihtiyaç halinde sıkıntıyı giderebilecek olanın sadece Allah olduğunu bildiğiniz halde niçin Allah'la aranızda vasıtalar tayin edip onlardan şefaat umuyorsunuz?
Geçmiş tarihlerdeki müşrikler, Allah'tan başka ihtiyaç ve sıkıntıyı giderecek bir varlık olmadığını kabul ederler, ihtiyaç ve sıkıntı halinde samimi olarak sadece Allah'tan yardım isterlerdi. Fakat, Allah (c.c) onların bu ihtiyaç ve sıkıntısını giderdiği zaman tekrar eski şirklerine dönerlerdi.Zamanımız müşrikleri ise; sıkıntıda da ferahlıkta da Allah'a şirk koşmaktadırlar.
RIZIK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Siz Allah'ı bırakıp ancak putlara ibadet ediyor ve yalan uyduruyorsunuz Doğrusu Allah'tan başka taptığınız şeyler size rızık veremezler. Siz rızkı ancak Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut: 17)
Cennet nasıl sadece Allah'tan isteniyorsa, rızık da ancak Allah'tan istenir. Allah'tan başkasını rızık verici olarak kabul eden veya O'ndan başkasının rızkı kesebileceğine veya çoğaltabileceğine inanan müşriktir, kafirdir.
ŞEFAAT
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'Ia uyar. Onlar için Allah'tan başka ne bir dost ne bir şefaatçi vardır. Olur ki Allah'tan korkarlar." (En'am: 51)
"Ey Muhammedi Sen onlara şöyle de: "Her türlü şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Zümer: 44)"O'nun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?" (Bakara: 255)
"Göklerde nice melekler vardır ki Allah dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikçe şefaatleri hiçbir fayda vermez." (Necm: 26)
"Allah onların geçmişini de geleceğini de bilir. Onlar ancak Allah'ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler. Onlar Allah'ın korkusundan titrerler."(Enbiya: 28)
"Onlar Allah'ı bırakıp da kendilerine zarar veya fayda veremeyen mahluklara ibadet ederler. Ve: "Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir" derler. Ey Muhammed! De ki: "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz/? Allah onların ortak koştuklarından beridir, yücedir."
(Yunus: 18)
"İyi bilinmelidir ki halis din Allah'ındır. Allah'ı bırakıp Ondan başka dostlar edinenler: "Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler. Muhakkak ki Allah aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kafir olan bir kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 3)
"Allah'tan başka ne bir dostunuz ne de bir şefaatçiniz vardır. Hiç düşünmez misiniz?" (Secde: 4)
"Allah'tan başkasına çağıranlar şefaate hak kazanamazlar. Ancak Kelime-i Şehadetin manasını bilerek Kelime-i Şehadet getirenler bundan müstesnadır." (Zuhruf: 86)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "İnsanlar (kıyamet gününde) bana gelip şöyle derler:
"Ey Muhammed! Sen Allah'ın Rasulüsün ve nebilerin sonuncususun. Allah geçmişte ve gelecekteki bütün suçlarını affetmiştir. Rabbinin katında bize şefaat et. Görüyorsun ki elem ve ızdırap içindeyiz" diyecekler. Bunun üzerine ben hemen gidip Arşı Rahman'ın altına varacağım. Ve Aziz ve Celil olan Rabbime secdeye kapanacağım. Sonra secdemde; Allah bana kendisine olunacak en güzel hamdü senadan öyle bir feth ve ilham edecektir ki şimdiye kadar onu benden önce hiçbir rasule feth ve ilham etmemiştir. Bana ilham olunduğu şekilde Allah'a hamdü senadan sonra Allah tarafından:
"Ey Muhammed! Başını kaldır. İste, dilediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir" buyu-rulacak. Ben secdeden başımı kaldırıp:
"Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim" diye ümmetim hakkında şefaat isteyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed! Ümmetinden hesap ve suale lüzumu olmayanları cennet kapılarından sağ kapıdan cennete koy. Onlar cennetin bundan başka öbür kapılarından da insanlar ile ortaktırlar" buyurulacaktır." (Buhari-Müslim)
Ebu Hureyre (r.a) Rasulullah (s.a.s)'e şöyle sordu:
"Ya Rasulallah! Kıyamet gününde senin şefaatini hak edecek mutlu insan kimdir?" Rasulullah (s.a. s) şöyle buyurdu:
"Kalbi şirkten temiz olarak "La ilahe illallah" diyen kimsedir." Başka bir rivayette ise şöyle buyurdu:
"Kendisi şirkten temiz olarak "La ilahe illallah"diyen kimsedir."(Buhari - Müslim - Nesei)
Yukarıdaki ayet-i kerimelerin ve hadisi şeriflerin ışığında diyebiliriz ki:
Allah (c.c) ihlas sahibi olup da haram işlemiş mü'minlerin bağışlanmaları için yalvarmaları üzerine seçkin kullarına -katından bir ikram olmak üzere mü'min kardeşlerinin bağışlanması için şefaat izni verir.
Allah'ın izni olmadıkça kimse kimseye şefaat edemez. Rasulullah ve onun gösterdiği nurlu yolda yürüyen salih kimseler de ancak Allah izin verirse şefaat edebilirler. Bu yüzden doğrudan doğruya onlardan şefaat istemek şirktir. Ancak, Allah'tan onların bizlere şefaatçi olmalarını isteyebiliriz.
Allah (c.c) kendilerinden razı olup izin verdiği kimselerin yapacakları dualar vasıtasıyla ihlas sahiplerine affını lütfeder. Böylece Allah (c.c) rıza gösterdiği kimselerin dualarını sebep kılmakla, çok sevdiği bu kullarını yüce bir mevki olan Makam-ı Mahmud'a nail kılmış olur.
Kur'an'ın reddettiği şefaat, şirkin karıştığı şefaattir. Bu sebepten Kur'an'da şefaat "Allah'ın izniyle" diye zikredilmiştir.
Nitekim Rasulullah (s.a.s) de şefaatin Allah'a şirk koşanlara değil, ancak tevhid ehline ve ihlas sahiplerine olacağını açıkça belirtmiştir.
-Melekleri, rasulleri veya salih kimseleri yardımlarına çağırmak yahut zor durumlarda onlara sığınmak suretiyle şirke düşen müşrikler, bu yaptıklarının şirk olmadığını iddia ederek şöyle derler:
"Biz bunları Allah'ın yarattığını biliyoruz. Fakat bunlar yaratılmışlar içinde seçkin ve Allah katında değeri olan kimselerdir. Biz onları bizi Allah'a yaklaştırmaları ve Allah katında bize şefaat etmeleri için yardımımıza çağırıyoruz ve onlara sığınıyoruz.
Nasıl ki bir hükümdara işini yaptırmak isteyen kimse hükümdarın sevdiği kimselerden birini araya koyar ve işini yaptırırsa bizim de Allah'a yaklaşmak için onun sevdiği kimselerin rızasını kazanmaya ihtiyacımız vardır. Ancak bu şekilde Allah'a yaklaşabiliriz."
Bu düşünce sapıklığın ta kendisidir. Yeri, göğü kendisine boyun eğdirerek yaratan, yarattıklarının üzerinde yegane tasarruf sahibi olan Allah (c.c)'yu, mülkleri ve emrindekileri idare edebilmek için vezirlere ve yardımcılara ihtiyacı olan aciz krallara benzetmek ne büyük şirktir. Allah'a karşı ne büyük bir cürettir.
RASULULLAH'IN ŞEFAATİNİN ÇEŞİTLERİ
Kıyamet gününde Rasulullah (s.a.s) altı yerde şefaat edecektir.
- Büyük şefaat: Rasulullah (s.a.s) insanları mahşer sıkıntısından kurtarmak için şefaat edecektir. Bu şefaat hakkı yalnız Rasulullah (s.a.s)'e verilecektir.
- Cennet ehlinin cennete girmesi için şefaat edecektir.
Enes (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ben cennet için ilk şefaat edecek olanım. Kendisine en çok tabi olunan da benim."(Müslim)
- İşledikleri haram olan ameller sebebiyle cehennem azabını hakkeden mü'minlerin cehenneme girmemeleri için şefaat edecektir.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Şefaatim, ümmetimden büyük haram işleyen kimselere mahsustur." (Tirmizi - Ebu Davud)
- Tevhid üzere ölenlerin işledikleri haramların cezasını çektikten sonra cehennemde kalmayıp çıkarılmaları için şefaat edecektir. Bu konuda mütevatire yakın hadisler rivayet edilmiştir. Bütün alimler bu konuda ittifak etmişlerdir.
- Cennet ehlinin, cennetlik! makamlarının yükseltilmesi için şefaat edecektir. Bu konuda da alimler ittifak etmişlerdir.
- Cehennem ehli olan kafirlerin azabını hafifletmek için şefaat edecektir. Fakat bu şefaat hakkını kendisine kafirlere karşı çok yardım eden ve müslüman olmadan ölen amcası Ebu Talib'ten başkası için kullanmayacaktır.
Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayete göre; Rasulullah (s.a.s)'in yanında amcası Ebu Talip hakkında iyiliği bahsedildiğinde Ebu Said Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Umarım ki şefaatim amcama faydalı olacaktır. Şefaatimle amcam topuklarına çıkabilen ateşten bir çukura konulacak, oradan beyni kaynayacaktır."(Buhari)
SEN HER SEVDİĞİNE HİDAYET EDEMEZSİN
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey Muhammedi Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. O hidayete erecekleri çok iyi bilir." (Kasas: 56)
Bu ayet Ebu Talib'in Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söyleyip müşrik olarak ölmesinden sonra nazil olmuştur.
Bu ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi Muhakkak ki sen her sevdiğini hidayete erdiremezsin. Bu sana verilmiş değildir. Sana düşen tebliğ etmektir. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir. En yüce hikmet ve çürütülmez delil O'nundur."
Ayet-i kerimede belirtilen Rasulullah (s.a.s)'in elinde olmayan hidayet insanların İslam'ı kabul edip iman etmelerini sağlamaktır. Zira insanların hakkı kabul etmelerini sağlamak ve imanı kalplere yerleştirmek sadece Allah'a aittir. Allah bu hakkı en sevdiği kulu ve Rasulü olan Muhammed (s.a.s)'e bile vermemiştir.
Allah (c.c), Rasulullah hakkında: "Şüphesiz ki sen doğru yola hidayet edersin" (Şura: 52) buyuruyor.
Burada Rasulullah (s.a.s)'in doğru yola hidayet etmesi, insanlara doğru yolu en güzel şekilde ve en sağlam delillerle gösterip açıklamasıdır. Yoksa onların kalplerine hidayeti yerleştirmesi veya onların hakkı kabul etmelerini sağlaması manasına gelmez. Eğer Rasulullah (s.a.s) insanlara hakkı kabul ettirme anlamında hidayet etme gücüne sahip olsaydı, İslamı tebliğ ederken en zor günlerinde bile onu yalnız bırakmayıp son derece yardım eden amcası Ebu Talib'e hidayet ederdi.
İbn-i Museyyib babasından şu hadiseyi naklediyor:
Ebu Talib ölüm döşeğinde iken Rasulullah (s.a.s) geldi ve:
"Ey amca! "La ilahe illallah" de. Allah katında senin lehine elimde bir delil olur" dedi. Abdullah b: Ebu Umeyye ve Ebu Cehil de oradaydı. Ebu Talib'e:
"Yoksa Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?" dediler. Rasulullah (s.a.s) yine ısrar etti.
Onlar da tekrar aynı şeyi söylediler. Ebu Talib'in son sözü: "Abdulmuttalib'in milletinde" olduğu idi. Ve "La ilahe illallah" demeyi kabul etmedi. Rasulullah (s.a.s) ona:
"Allah beni menetmediği müddetçe senin bağışlanman için dua edeceğim" diyerek ayrıldı. Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayeti kerimeyi indirdi:
"Ne nebinin, ne de mü'minlerin cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa, müşrikler için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 113)(Buhari - Müslim)
- Rasulullah (s.a.s)'in Ebu Talib'e müslüman olması için sadece "La ilahe illallah de" demesinin sebebi; Ebu Talib'in "La ilahe illallah" ın manasını gayet iyi bilmesinden dolayıdır. Eğer Ebu Talib bunu söyleseydi manasını kabul ederek söyleyecekti. Zaten orada hazır bulunan Abdullah b. Ebu Umeyye ve Ebu Cehil'in ona şiddetle karşı çıkmaları ve: "Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?" demelerinin sebebi de budur.
Çünkü müşrikler de "La ilahe illallah"ın manasını gayet iyi anlıyorlar ve Ebu Talib'in bunu söylediği zaman Abdulmuttalib'in milletinden, yani onun yolundan yüzçevirip Allah'ın yolundan başka bir yol tanımayacağını biliyorlardı.
- Soy ve ecdad ululamak, müşrikler ve imansızlar için çok önemli bir olgudur. Ve bu ancak sapıkların tuttuğu yoldur.
Görülüyor ki Rasulullah (s.a.s) amcasının müslüman olması için o kadar uğraştığı ve bunu çok istediği halde Ebu Cehil, Ebu Talib'in şirki terketmemesini sağlamak için soy ve ecdadını hatırlatmakla yetinmiştir.
SALİH KİMSELER HAKKINDA AŞIRI GİTMEK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor
"De ki: "Ey kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dinini/de aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış birçoklarını da saptırmış ve böylece doğru yolu kaybetmiş bir kavmin heva ve heveslerine uymayın."(Maide: 77)
İbn-i Abbas (r.a):
<Sakın ilahlarınızı bırakmayın. "Ve'd", "Suva","Yagus", "Yağuk" ve "Nasr" gibi putlarınızdan vazgeçmeyin" dediler." (Nuh: 23) ayetini zikrettikten sonra şöyle dedi:
"Bu isimler Nuh (a.s)'ın kavmindeki salih kimselerin isimleriydi. Bunlar öldükten sonra bu zatlara bağlı olanlar: "Bunların resimlerini çizersek onlara baktığımızda ibadetlerimizi daha şevkle yaparız" diyerek onların resimlerini yaptılar. Daha sonra heykellerini de yapmaya başladılar. Zamanla dinlerini unutup bu putlara tapmaya başladılar." (Buharı)
Ömer (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:"Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı övdükleri gibi beni övmekte aşırı gitmeyin. Ben Allah'ın kuluyum. Benim hakkımda: "Allah'ın kulu ve Rasulü" deyin." (Buhari - Müslim)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Sakın aşırı gitmeyin. Sizden önceki kavimlerin mahvolmalarının sebebi aşırı gitmeleri olmuştur."(Ahmed - Tirmizi - İbn-i Mace)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Şeriatın dışına çıkarak (Kur'an ve sünnetin dışına çıkarak) ibadet edenler helak oldular." Ve bunu üç kere tekrarladı.(Müslim)
Yukarıdaki ayeti kerimeler ve hadisi şerifler apaçık gösteriyor ki:
Yeryüzünde şirkin ilk defa çıkışına sebep olan olay salih kimselere layık olduklarından ve hak ettiklerinden daha fazla değer verilmesidir.
Salih insanları sevmek, onlarla dost olmak, onlara Allah'ın koyduğu sınırlar çerçevesinde değer vermek İslam'ın bir gereğidir. Fakat onları aşın derecede sevmek, onlara Allah'ın bildirdiğinden daha fazla değer vermek insanı şirk uçurumuna sürükleyebilir.
-Salih kimselerin mezarlarını ziyaret ederken ve önce resimlerini daha sonra da heykellerini yapıp bunlara ibadet ederken müşriklerin yegane gayeleri ve hareket noktalan bu salih insanları Allah katında kendilerine şefaatçi olarak kabul etmeleriydi. Yoksa onları ilah olarak görmeleri söz konusu değildi.
MÜSLÜMAN BİR KİMSENİN, SALİHLERİN MEZARINDA VEYA TÜRBESİNDE ALLAH'A İBADET ETMESİ SAKINCALIDIR
Aişe (r.a) şöyle rivayet eti:Rasulullah (s.a.s)'in bir hastalığında kadınlarından bazıları Habeş diyarında gördükleri (Mariye denilen bir kiliseden) bahsetmişlerdi. Rasulullah'ın zevcelerinden Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe (r.anhuma) vaktiyle Habeşistan'a hicret ettikleri zaman gördükleri bu kilisenin güzelliğini ve içindeki kıymetli resimleri bize anlatıyorlardı. Rasulullah (s.a.s) hemen başını kaldırdı ve:
"Habeşliler öyle kimselerdi ki bunlardan salih bir kişi ölünce hemen onun kabri üzerine mescid yaparlar. Ve o salih kimsenin bir resmini o mescide koyarlar. Bunlar Allah katında halkın en şerlileridir" buyurdu. (Buhari-Müslim)
Aişe (r.a) şöyle rivayet etti:Rasulullah (s.a.s) ahirete göçme sebebi olan hastalısında: "Allah yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Bunlar rasullerinin kabirlerini birer mescid edindiler." buyurmuştu. Bundan dolayı böyle bir endişe olmasaydı sahabeler Rasulullah'ın kabrini yükseltirlerdi. Fakat ben mescid edinilmesinden korkarım."(Buhari-Müslim)
Cündüp b. Abdullah (r.a) dedi ki: Rasulullah (s.a.s)' in vefatından beş gün önce şöyle dediğini duydum:
"Sizden bir halilim(çok fazla sevdiğini)olmasından Allah'a sığınırım. Allah, İbrahim'i halil edindiği gibi beni de kendine halil edindi.Şayet ümmetimden birini halil edinecek olsaydım Ebu bekir'i halil edinirdim. Sizden önceki kavimler rasullerinin kabirlerini mescid ediniyorlardı. Sakın kabirleri mescid edinmeyin. Sizi böyle yapmaktan men ederim."(Müslim)
İbn-i Mesud (r.a), Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:"İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğu zaman hayatta bulunanlar ve kabirleri mescid haline getirenlerdir."(Ahmed ve Ebu Hatim sahih senedle rivayet etti.)
- Rasulullah (s.a.s), hayatının son zamanlarında kabirlerin mescid edinilmesini yasakladı. Ve vefatı esnasında da böyle yapanları lanetledi. Mezarların üzerine mescid inşa edilmese bile onun yanında namaz kılmak kabri mescid edinmek demektir. Çünkü her namaz kılınabilen yer mescid sayılır.
Rasulullah (s.a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:
"Yeryüzü benim için tümüyle temiz bir mescid kılındı." (Buhari - Müslim)
Ebu Said el-Hudri (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Yeryüzü mezarlık ve hamamlar dışında tümüyle mesciddir." (Ebu Davud - Tirmizi - Nesei -İbn-i Mace- Ahmed sahih senedle rivayet ettiler) Kabirlerin üzerine mescid inşa etmek veya yanında namaz kılmak şirke sebep olabileceğinden Allah rızası için yapılsa bile bütün alimlerin ittifakıyla haramdır.
Kabirlerin yanında yapılan şeyler üç türlüdür:
- Helal ve meşru olan şeyler.
- Haram ve şirke sebep olabilecek şeyler.
- Büyük şirke götüren şeyler.
Kabirlerin Yanında Yapılması Meşru Ve Helal Olan Şeyler: Belli bir mezar tayin etmemek ve özellikle bir mezar için yolculuğa çıkmamak şartıyla herhangi bir kabrin yanında ölümü düşünmek ve ibret almak maksadıyla Rasulullah'ın sünnetine uygun olarak kabirleri ziyaret etmek helal ve sevaptır.
Haram Olan Ve Şirke Sebep Olabilecek Olan Şeyler: Mezarlara el sürmek, kabirde yatanların yüzü suyu hürmetine Allah'tan bir şey istemek, kabrin yanında namaz kılmak, onların üzerine bina inşa etmek, kabirleri aydınlatmak büyük şirke sebep olabileceği için haramdır.
Büyük Şirke Götüren Şeyler: Kabirde yatanlardan yardım istemek, onlardan medet ummak, dünya ve ahiretle ilgili şeyler istemek insanı İslam dininden çıkaran büyük şirklerdendir.
Böyle yapan kişi ister doğrudan doğruya ölülerden istesin, ister onları vasıta tayin ederek Allah'tan istesin fark etmez kafir olur.
Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'de müşriklerin taptıkları putlar hakkında şöyle dediklerini bizlere bildiriyor:
"Biz onlara bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler."(Zümer: 3)
"Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir" derler" (Yunus: 18)
Önemli Bir Kaide: Büyük ve küçük şirki ayırt edebilmek için şu iki kaideyi çok iyi bilmemiz gerekir:
Allah (c.c)'nun yalnız kendisine yapılmasını emrettiği herhangi bir inanç, söz veya amelin, Allah'tan başkasına yapılması büyük şirktir ve insanı İslam'dan çıkarır.
İbadet seviyesine çıkmayan fakat büyük şirke sebep olabilecek herhangi bir istek, amel veya söz Allah'tan başkasına yapıldığında küçük şirktir.
Büyük ve küçük şirk bu şekilde açıklandıktan sonra daha önceki meseleler ve gelecek konular daha iyi anlaşılacaktır.
Salih Kişilerin Kabirlerine Aşın Davranışlar Onları Putlaştırır:
Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir: "Allah'ını! Benim kabrimin tapılan bir put haline gelmesine müsaade etme. Allah'ın gazabı rasullerinin kabirini mescid edinenlere şiddetli olur."(Malik - Ahmed)
Ibn-i Abbas (r.a) şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.s) kabir ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid yapanlara, ibadet edilen yer haline getirenlere, orada mum yakanlara lanet etti."(Ebu Davud - Nesei - Tirmizi - İbn-i Mace sahih senedle rivayet ettiler.)
Ebu Hureyre'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Evlerinizi kabir yapmayınız. Benim kabrimi de merasim yeri haline getirmeyiniz. Siz, bana salat ve selam gönderiniz. Nerede olursanız olunuz sizin salatınız bana erişir." (Ebu Davud, sahih senedle)
Bu hadisi şeriflerden anlıyoruz ki:-Kabirler üzerine bina yapmak ve yanlarında namaz kılmak, onlar için mum yakmak büyük haramdır.
Belli bir mezar tayin etmeksizin ve özellikle de bir mezarı ziyaret için yola çıkmamak şartıyla, ölümü düşünmek ve ibret almak gayesiyle erkeklerin kabir ziyareti yapmaları sünnettir. Fakat -ne olursa olsun- kadınların kabirleri ziyaret etmeleri alimlerin çoğunluğuna göre caiz değildir.Özellikle Rasulullah (s.a.s)'in mezarını ziyaret etmek için yolculuk yapmak alimlerin çoğu tarafından caiz görülmemiştir. Fakat Mescid-i Nebevi'ye namaz kılmak için gidip oradan da kendisine selam vermek gayesiyle Rasulullah (s.a.s)'in mezarını ziyaret etmeyi -orada beklememek şartıyla- bazı alimler caiz görmüşler, bazıları böyle yapılsa da cevaz vermemişlerdir.Mezarlara karşı durarak Allah'a dua etmek -ki Rasulullah (s.a.s)'in mezarı dahi olsa- kesinlikle haramdır.Rasulullah (s.a.s)'e selam iletmek ve salavat getirmek için onun kabrinin yanına kadar gitmemiz şart değildir. Nerede olursak olalım, bizim selam ve salavatımız Allah tarafından Rasulullah (s.a.s)'e duyurulur.
SİHİR
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi. Ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de Harut ve Marut denilen iki meleğe bir şey indirilmemişti. Bu ikisi: "Biz sadece imtihan ediyoruz. Sakın küfre girme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsunki onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi." (Bakara: 102)
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"İnsanı mahveden yedi şeyden uzak durun." Sahabeler dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bunlar nelerdir?"
Rasulullah (s.a.s):
"Allah'a eş koşmak, sihir, Allah'ın emrettiği haller dışında bir kimseyi öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, imanlı ve masum kadınların namuslarına iftira atmak."(Buhari-Müslim)
Cündüp b. Ka'b (r.a) bir sihirbaz gördü onu kılıçla öldürdü ve şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.s)'in şöyle dediğini duydum: "Sihirbazların cezası kılıçla öldürülmektir." (Tirmizi)
Becele b. Abdete (r.a) şöyle demiştir:
"Ömer (r.a) hilafeti zamanında: "Sihir yapan kadın,erkek her kim olursa öldürün" diye bildirmişti. Biz de üç büyücü öldürdük." (Buhari)
"Muvatta"da sahih senedle: "Hafsa (r.a), kendisine sihir yapan bir cariyesinin öldürülmesini emretti ve öldürüldü" şeklinde rivayet vardır.
Cündüp el-Ezdiyy (r.a) sihir yapan bir kişiyi görünce öldürdüğü "Buhari Tarihi" isimli kitapta zikredilmiştir.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir falcıya başvurur da ondan bir şeyler öğrenmek ister ve onun söylediklerine inanırsa kırk gün namazı kabul olunmaz." (Müslim)
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kim bir kahine başvurur ve onun söylediklerine inanırsa, Muhammed'e Allah tarafından indirilen dini inkar etmiş olur." (Ebu Davud)
İmran b. el-Hasin (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Bir şeyin uğurlu olup olmadığını soran veya bu konuda bir şeyler söyleyen, kehanet yapan veya yaptıran, sihir yapan veya yaptıran bizden değildir. Kim kahinlere başvurup da onların dediklerine inanırsa Muhammed (s.a.s)'e Allah tarafından indirilen dini inkar etmiş olur." (Bezzar - Taberani, sahih senedle)
İmanı Begavi falcıyı şöyle tarif ediyor:
Falcı: Bir takım vesilelerle çalınan veya kaybedilmiş eşyaların yerlerini bildiren veya buna benzer şeyler yapan kimsedir.
Kahin: Gelecek hakkında bilgi verdiğini veya insanların kalbinden geçeni bildiğini iddia eden kimsedir.
Ebu Bekir el-Cessas:
"Selef, sihirbazın öldürülmesinin farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Seleften bazıları da sihirbazın kafir olduğuna Rasulullah (s.a.s)'in şu hadisi şerifini delil göstermektedirler:
"Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan birşey sorar ve onların söylediklerine inanarak tasdik ederse kafir olur."
(Cessas Ahkam'ul Kuraniyye c: l s: 61)
İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Ebu Hanife ve İmam Malik'e göre sihri öğrenen ve yapan kafir olur, tevbe ettirilmeden öldürülür.
İmam Ebu Hanife (rahimetullahi aleyh): "Sihirbazın yaptığı sihir, kesin olarak bilinirse tevbeye davet edilmeden öldürülür. Onun: "Sihri terk ederek tevbe ettim" sözü de makbul değildir. Sihirbaz, sihir yaptığını açıklarsa onu öldürmek helaldir. Müslüman bir köle veya hür bir zımmi: "Biz sihir yapıyoruz" diye itirafta bulunurlarsa onların da öldürülmesi helaldir" diyor.
İbn-i Suca: "Erkek ve kadın sihirbazlarla ilgili şer'i hükümler, mürted kadın ve erkek hakkındaki hükümler gibidir." demiştir.
İmam Malik (r.a) şöyle diyor:
"Sihir yapan müslüman ise tevbeye davet edilmeden öldürülür. Kalben mürted olmuş bir kişi müslüman olduğunu açıklasa bile bu tevbe ettiğine dair bir delil değildir. Yalnız ehli kitap (hristiyan ve yahudiler) sihirbazları müslümanlara zarar vermedikleri sürece öldürülmez."
İmam Ahmed b. Hanbel (r.a)'ye göre ise: "Bir kimse sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne hüküm verilir. Ehli kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe öldürülmezler."
İmam Şafii (r.a)'ye göre: Sihri helal sayarak öğrenir ve yaparsa kafir olur. (Sihri helal saymadıkça) sihirden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Fakat sihriyle herhangi bir müslümanı öldürmeye kast ederse öldürülür.
Sihirde, Allah'ı değil de cin, yıldız ve şeytanları yüceltmek ve yalnız Allah'ın yapabildiği şeyleri onlara isnad etmek icma ile küfürdür.
SİHİRDEN SAYILAN ŞEYLER
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"İyafe, Tark, Tıyara sihirden sayılır."(Ahmed - Ebu Davud - Nesei, sahih senedle)
İyafe: Bazı kuşların isimlerini veya seslerini uğurlu veya uğursuz saymak.
Tark: Kumda çizgiler çizmek suretiyle bakılan faldır.
Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
İbn-i Abbas (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Müneccimlikle (yıldız falına bakmakla) biraz ilgilenen sihirle uğraşmış olur."(Ebu Davud, sahih senedle)
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Kim düğüm düğümler ve ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirk koşmuştur. Kim bir menfaat sağlamak veya bir zararı defetmek için bir şey takarsa Allah (c.c) bu kişinin dileğinin yerine getirilmesini taktığı şeye bırakır."(Nesei rivayet etti ve hasen dedi.)
SİHRİ BOZMAK
Cabir (r.a) diyor ki: "Sihri bozmak hakkında Rasulullah (s.a.s)'e sorulduğunda şöyle buyurdu: "O da şeytanın işidir." (Ahmed - Ebu Davud,sahih senedle)
Katade, İbn-i Müseyyib'e şöyle sordu:
"Bir kimseye sihir yapıp karısından ayırmak isteseler sihri bozsun mu, yoksa durumu kabul ederek karısından aynisin mı?" İbn-i Müseyyib de:
"Sihrini bozdurmak da bir mahzur yoktur. İyi maksatla hareket ediliyor. Faydası dokunan şeyler yasaklanmamıştır." cevabını verdi. (Buhari)
Sihir İki Şekilde Bozulur:
Birincisi: Sihri yine sihirle bozmak. İşte şeytanın işi olan ve Rasulullah'ın yasakladığı amel budur. Burada, sihir bozan da, yapan da şeytanın hoşuna gidecek işlerle ona yaklaşırlar ve böylelikle ya insanı sihirlerler ya da mevcud sihrin etkisinden kurtarırlar.
İkincisi: Sihri ilaçlarla, mubah dualarla veya Kur' an-ı kerim okumakla bozmaktır. İslam'ın cevaz verdiği de işte budur.
UĞURSUZLUK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Onlara iyilik ve bolluk geldiği zaman: "Bu bize aittir" derler. Bir kötülüğe uğradıkları zaman da bunu Musa ve beraberindekilerinin uğursuzluklarına yorarlar. İyi bilin ki, onların uğursuz zannettikleri ancak Allah'ın elindedir. Fakat çoğu bu gerçeği bilmezler." (A'raf: 131)
"Dediler ki: "Dinin ve hak yola davetin size uğursuzluk getirdiğini mi söylüyorsunuz? Sizin uğursuzluğunuz kendinizdedir. Doğrusu siz ölçüsüz kimselersiniz." (Yasin: 19)
Bir şeyi uğursuz zannetmek ve uğursuzluğa inanmak cahiliyyet insanlarının ve müşriklerin adetlerindendir. Allah (c.c) bu adetlerinden dolayı kızarak onları kötülüyor ve bu uğursuzluk düşüncesinin olaylara hiçbir etkisi olmadığını bildiriyor.
Rasulullah (s.a.s) ise, bir şeyde uğursuzluk olduğuna inanmayı yasaklayarak bunun şirk olduğunu söylemiştir.
Aşağıda zikredeceğimiz hadisler bunu apaçık göstermektedir:Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Adva, Tıyara, Hama, Safara" diye birşey yoktur." (Buhari - Müslim)
Müslim aynı hadisi:"Neva ve Gavl dahi yoktur" ilavesiyle naklediyor.
Adva: Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığın bulaşmasıdır. Rasulullah'ın böyle birşeyin olmadığını söylemesinin sebebi; doğrudan doğruya o hasta kişi yüzünden hasta olunduğuna değil de Allah'ın dilemesi sonucu bu hasta kişiden hastalık bulaştığına inanmanın gerekliliğini belirtmektir. Zira İslam inancında hastalığın doğrudan doğruya bulaşması yoktur. Herşey Allah'ın izni ve dilemesiyle olur. Bununla beraber İslam, insanların salgın hastalık olan yerlerden uzak durmak suretiyle tedbir almalarını ve Allah'a tevekkül etmelerini emretmiştir.
Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
Hama: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş birtakım efsanelere inanmaktır. İslam bunu kesinlikle yasaklat'. Cahil arapların maçlarına göre öldürülen bir kimsenin kanından, kemiğinden veya ruhundan kuşlar -bilhassa baykuş- direyerek ölünün intikamı alınıncaya kadar bağırırlar. Bu yüzden ölen kimsenin yakınları ölüyü rahat ettirmek için intikamını almak zorunda olduklarına inanırlardı.
Safara: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır. Sefer ayını veya başka bir ayı ya da herhangi bir günü uğursuz saymayı İslam yasaklamıştır.
Neva: Arapların "Enva" dedikleri ve 13'er günlük süre ile seher vakti, batıda görülen yıldızlarla ilgili inançlardır. Bunlar, yağmurların ve çeşitli hava değişimlerinin sebebi olarak bilinirdi. Hadisi şerifte bu ve benzeri inançlar kesinlikle yasaklanıyor. İslam inancında her şey Allah'ın iradesiyledir. Sebepler ancak Allah'ın iradesinin gerçekleşmesine bir vesiledir.
GavI: Dev veya şeytanın görünmesi inancıdır. Araplar, şeytanın çeşitli renklere bürünerek dev şeklinde kervanların önüne çıktığını ve kervanı yolundan şaşırtıp çölde mahvına sebep olduğuna inanırlardı.
Hadisi şerifteki "Gavl yoktur" sözü, Allah'ın adı zikredildiği veya Allah'a tevekkül edildiği zaman şeytanın insanları aldatamayacağı ve onlara bir kötülük yapamayacağı anlamındadır.
Enes (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Adva (bulaşma), Tıyara (uğursuzluk) diye bir şey yoktur. En çok hoşuma giden iyimserliktir." Sahabeler: "İyimserlik nedir?" diye sordular. Rasulullah (s.a.s):"Güzel sözdür." buyurdu (Buhari - Müslim)
Urve b. Amir (r.a) diyor ki:
Rasulullah (s.a.s)'in huzurunda uğursuzluktan söz edildi. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"En güzeli iyimserliktir. Uğursuzluk hiçbir müslümanın cesaretini kırıp geri bırakmaz. Şayet biriniz sevmediği bir şey görürse şöyle dua etsin: "Rabbim! İyiliği ancak sen ihsan edersin, kötülüğü ancak sen giderirsin. Bir halden bir hale geçmek, üstün gelmek ve muvaffak olmak ancak senin yardımınladır." (Ahmed - Ebu Davud, sahih senedle)
İbn-i Mes'ud (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Uğursuzluğa inanmak şirktir. Uğursuzluğa inanmak şirktir." İbn-i Mes'ud devamla şöyle diyor:
"Hepimizin içinden böyle bir şey geçerdi. Ancak Allah (c.c) kendisine güvenmekle bunu giderdi."(Ebu Davud - Tirmizi sahih senedle)
Abdullah b. Amr el-As (r.a)'den, Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Uğursuz olduğuna inanarak bir işi yapmaktan vazgeçmek şirktir." Dediler ki:"Bunun kefareti nedir?" Şöyle buyurdu:
"Allah'a şöyle dua etmektir: "Allah'ım! Senin takdir ettiğin hayırdan başka bir hayır yoktur. Senin verdiğin uğurdan başka uğur olmaz. Senden başka hakkıyla ibadete layık ilah yoktur."(Ahmed - Taberani)
Bu hadisler gösteriyor ki herhangi bir kuşu, herhangi bir ismi, herhangi bir günü uğursuz saymayı İslam kesinlikle yasaklıyor ve böyle inananları kötülüyor. Fakat iyimserliği güzel görerek buna izin verip tavsiye ediyor.
İyimserlik; yolculuk, evlenme veya hayırlı bir iş yapmaya niyet ettiğinde onu sevindirecek bir şey gördüğü veya duyduğu zaman bu işin yapılmasında hayır olduğunu düşünerek o işi yapmaya karar vermek ve bunu bir an önce gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Uğursuzluk ise din veya dünya ile ilgili hayırlı bir iş yapmaya niyet edildiğinde sevilmeyen bir şey görüldüğü veya duyulduğu zaman duyulan veya görülen şeyin kalbe etki ederek niyet edilen işten vazgeçirmesi veya kalbte bir üzüntü meydana getirmesidir.
Bir iş yapılmaya niyet edildiğinde kötü bir şey görmek veya duymak suretiyle bunu uğursuzluk sayarak yapılacak işten vazgeçmek, vazgeçmeyip kalben üzülmekten daha haramdır ve apaçık şirktir
MÜNECCİMLİK
Müneccimlik; yıldızlara bakarak ileride olacak olaylardan haber vermektir. Katade (r. a) şöyle diyor: "Allah (c.c) bu yıldızlan şu üç şey için yaratmıştır:
- Gökyüzünü güzelleştirmek için.
- Şeytanları kovalamaları için.
- Yolcunun geceleyin yolunu bulması ve hesap işlerinde yararlanılması için.
Bunların dışında, yıldızlara bakarak manalar çıkarmaya çalışan kimse yanılır, hataya düşer, boşuna vakit kaybeder ve hakkında hiçbir şey bilmediği halde lüzumsuz zahmete katlanmış olur."(Buharı)
Ebu Malik el-Eş'ari (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Ümmetim cahiliyyet adetlerinden şu dört şeyi bırakması gerektiği halde bırakmıyor: (Yani Rasulullah'tan sonra müslümanlardan bilerek veya bilmeyerek böyle davrananlar bulunacak.) Soy ve asalet ile övünmek. Başkalarının soyunu küçümsemek, dil uzatmak. Yağmurlara yıldızların sebep olduğunu zannetmek. Cenaze arkasından ağıt tutmak."(Müslim)
Zeyd b. Halid (r.a) diyor ki: Rasulullah (s.a.s) Hudeybiye'de sabah namazını kıldırdı. O gece de yağmur yağmıştı. Namazdan sonra yüzünü cemaate dönerek:
"Rabbiniz ne buyurdu? Biliyor musunuz?" dedi. Sahabeler: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Allah (c.c) buyurdu ki: "Kullarımdan bir kısmı bana inanmış bir kısmı da beni inkar etmiş olduğu halde sabahladılar. "Yağmur Allah'ın lütfü ve keremi ile yağdı" diyenler bana inananlardır. Fakat: "Yağmuru şu veya şu yıldızlar yağdırdı" diyenler beni inkar edip yıldızlara inananlardır."(Buharı - Müslim)
İbn-i Abbas (r.a) diyor ki:
Rasulullah (s.a.s) zamanında yağmur yağdı. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"İnsanlardan bazıları şükreden bazıları da kafir olarak sabahladı. Şükredenler dediler ki: "Bu Allah'ın rahmetidir." Küfre girenler ise: "Falan falan yıldız sözünde durdu, yağmuru yağdırdı" dediler."
Allah (c.c) bunun üzerine şu ayeti kerimeyi indirdi:"Yıldızların mevkilerine yemin ederim ki eğer bilirseniz bu, büyük bir yemindir. Muhakkak ki indirdiğimiz bu kitap Kur'an-ı Kerim'dir. O Levh-il Mahfuz'da korunmuştur. O'na tertemiz olanlardan başkası el süremez. O, Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirilmiştir. Şimdi siz bu sözü hor mu görüyorsunuz? Rızkınıza şükür olarak Allah'tan geleni mi yalanlıyorsunuz?" (Vakıa: 75-81)(Buhari - Müslim)
Yıldızlara bakıp ileride olacak olaylar hakkında söz söylemek şirktir. Çünkü böyle yapan kimse yalnız Allah'ın bildiği gaybın ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur. Fakat yıldızlara, aya ve güneşe bakarak yönleri, vakitleri ve kıbleyi tayin etmekte herhangi bir sakınca olmayıp bilakis İslam tarafından bunlara teşvik vardır.
Bir müslüman eğer "Falan yıldız bize yağmur yağdır di" derse ve bunu derken yağmurun yağmasındaki esas sebebin bu yıldız olduğuna inanırsa kafir ve müşrik olur. Fakat "falan yıldızdan dolayı yağmur yağdı" derse ve bunu derken yağmurun yağmasındaki esas sebebin Allah olduğuna inanırsa bu yaptığı küfranı nimettir. Ve bu şekilde söyleyen kişi dinden çıkmamakla birlikte büyük haramlardan daha haram olan küçük şirk işlemiş olur.
YALNIZ ALLAH'TAN KORKMAK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız si/e karşı ordu topladı, onlardan korkun" dediklerinde bu onların imanını artırmıştı ve şöyle demişlerdi: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." Bu yüzden kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler, ye Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir. Şeytan ancak kendisine dost olanları korkutur. Eğer mü'min iseniz onlardan korkmayın benden korkun."(Al-i İmran: 173-175)
"Allah'ın mescidlerini ancak, Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı gereği gibi kılan, zekat veren ve yalnız Allah'tan korkan kimseler imar ederler. Muhakkak onlar doğru yolda olanlardır."(Tevbe: 18)
"İnsanların bir kısmı: "Allah'a iman ettik" der. Fakat Allah yolunda eziyet görünce insanların yaptığı eziyeti Allah'ın azabı gibi kabul eder."(Ankebut: 10)
Ebu Said (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah'ı kızdırarak insanları memnun etmek, Allah'ın ihsan ettiği rızık dolayısıyla (bunun Allah'tan değil inşalardan geldiğini düşünerek) insanları övmek,Allah'ın ihsan buyurmadığı hususlardan dolayı insanları suçlamak, inanç zayıflığından ileri gelir.Zira Allah'ın rızkını ne hırslı kimsenin hırsı getirebilir, ne de rızkı istemeyen kimsenin isteksizliği önleyebilir."(Beyhaki - Ebu Naim)
Aişe (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"İnsanları darıltmak pahasına da olsa Allah'ın rızasını kazanmaya çalışan kimseden hem Allah razı olur, hem de insanları ondan razı eder. Allah'ı kızdırarak insanların rızasını kazanmaya çalışan kimseye hem Allah kızar, hem de insanların ona kızmalarını sağlar."(İbn-i Hibban sahih senedle rivayet etti.)
Korkmak en önemli ve en yüce ibadetlerden birisidir.
Korku üç türlüdür:
1- Gizli Korku: Allah'tan başka herhangi bir put veya tağuttan Allah istemediği halde kendisine zarar gelebileceğini düşünerek kalpten gizlice korku duymaktır. Hud (a.s)'ın kavminin düşündüğü gibi... Ki bunlar hakkında Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Hud'un kavmi: "Sana ancak şunu deriz: "İlahlarımızdan bazıları seni çarpmıştır." Hud şöyle cevap verdi: "Allah'ı şahid tutarım. Siz de şahid olun ki ben Allah'ı bırakıp ortak koştuklarınızdan beriyim. Hep birlikte yapacağını/ hileyi bana yapın. Sonra elinizden gelirse bana hiç fırsat vermeyin."(Hud: 54-55)
Put, tağut veya herhangi bir mahluktan bu şekilde korkan kimse büyük şirk işlemiş olur ve dinden çıkar.
2- Farz Olan Bir İbadeti İnsanlardan Korktuğu İçin Terk etmek:
İşte bu türlü korku tevhidle asla bağdaşmaz ve kişiyi mutlaka şirke götürür. Bu tür korkunun şirk olduğunu belirtmek için Allah (c.c) aşağıdaki ayeti kerimelerini indirmiştir.
"İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun" dediklerinde bu onların imanını arttırmıştı ve şöyle demişlerdi: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." Bu yüzden kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler. Ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir. Şeytan ancak kendisine dost olanları korkutur. Eğer mü'min iseniz onlardan korkmayın benden korkun."(Al-i İmran: 173-175)
3- Normal Korku: Yani; düşmandan, yırtıcı hayvanlardan veya buna benzer şeylerden (Allah'ın onlar vasıtasıyla kendisine zarar verebileceğini düşünerek)korkmak. Bunun İslam açısından hiçbir sakıncası yoktur. Ve tevhide de kesinlikle ters düşmez. Bu mü'min'lerde de bulunabilen fıtri bir duygudur. Allah (c.c) şöyle buyuruyor
"Bunun üzerine Musa korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim! Beni şu zalim kavimden kurtar" dedi." (Kasas: 21)
Fakat gerçekten korkulacak bir sebep olmadan veya çok basit bir-sebepten dolayı korkmak İslam'da hoş karşılanmayan kötü huylardandır. Müslümanların bu gibi korkaklıkları terketmesi gerekir. Zira bu her ne kadar insanı dinden çıkarmasa da sahibine korkak sıfatını kazandırır.
ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK VEYA AZABINDAN EMİN OLMAK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Artık onlar Allah'ın kendilerini ansızın yakalayıvermesinden emin mi oldular? Allah'ın ansızın yakalamasından ancak hüsrana uğrayan kimseler emin olurlar." (A'raf: 99)
"İbrahim: "Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser" dedi."(Hicr: 56)
İbn-i Mes'ud (r.a) diyor ki:"Büyük haramların en büyüğü Allah'a eş koşmak,Allah'ın ansızın gelecek olan azabından endişe etmemek, Allah'ın rahmetinden ümidi kesmek, Allah'ın lütfundan emin olmaktır."(Abdürrezzak - Taberi, sahih senedle)
Allah'tan hakikaten korkan bir kişinin, O'nun rahmetinden ümit kesmesi asla düşünülemez. Zira Allah (c.c)' nün rahmetinden ümit kesmek büyük haramlardan daha haram olup bu tür düşünceler sahibini İslam dairesinden çıkarır.
Allah'ın azabından emin olmak da aynen böyledir. Gerçek ve samimi mü'minin her an korku ve ümit arası bir halde bulunması gerekir. Yani mü'min, hem işlediği hata ve haramlar sebebiyle Allah'tan korkmalı hem de Allah'ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'ın rahmetinden devamlı ümitli olmalıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"O kafir mi hayırlıdır? Yoksa gecenin saatlerini "secde" ve "kıyam"la geçiren, ahiretten korkup Rabbi'nin rahmetini uman mı? Ey Muhammedi Sen onlara şöyle de: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri düşünür."(Zümer: 9)
İnsanı Allah'ın rahmetinden ümit kesmeye sevk eden iki sebep vardır:
1 - İnsan nefsine uyarak Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapması ve yaptığı bu haram fiillerde ısrar etmesi sonucu içinde bulunduğu halden dolayı artık Allah'ın
kendisini affetmeyeceğini düşünerek O'nun rahmetinden ümit kesebilir. Hatta haram işlemeye devam ederek, artık Allah'ın kendisini affetmeyeceği düşüncesini kafasında sabitleştirir. Zaten, şeytanın istediği de budur. Bu durumdaki kişilerin hidayetleri her geçen an daha da zorlaşır.
2 - Kişi işlediği haramlardan dolayı aşırı korkarak Allah'ın af ve merhametinin çok geniş olduğunu bilmemesi veya unutması sonucu Allah'ın rahmetinden ümit kesebilir. "Benim işlediğim günah o kadar büyüktür ki tevbe etsem bile Allah (c.c) beni affetmez" diye düşünür. Onu bu derin ümitsizliğe sevk eden yegane faktör cahil oluşu ve Rabbini iyice tanımamasıdır. Eğer Rab-bini iyice tanımış olsaydı, tembellik etmez ve Allah'a yaklaşmak için yapacağı en küçük şeyin bile, O'nun katında kaybolmayacağını, mutlaka karşılık göreceğini bilir ve O'nun rızasını kazanmak için bütün gücüyle çalışırdı.
İnsanı Allah'ın azabından emin olmaya sevk eden iki sebep vardır:
1- Allah'ın kulları üzerindeki hakkını, kulların Allah'a karşı olan vazifelerini ve İslam dinini öğrenmek için bir çaba göstermeyip dini meseleleri hafife almak Allah'ın emirlerini terke ve yasaklarım işlemeye sebep olur. Allah korkusu azala azala nihayet kalpte iman kalmaz. Çünkü iman, kişiyi Allah'tan ve O'nun dünya ve ahirette vereceği azabından korkmaya sevkeder.İsmail b. Rafii (r.a) şöyle diyor: "Allah'ın azabından emin olmak kulun haram işlediği halde Allah'tan mağfiret ummasıdır."(İbn Ebu Hatim)
2- Cahil fakat çok ibadet eden bir kişi sonunda şeytanın vesveselerine aldanıp yaptığı ibadetleri çok görerek: "Ben Allah'a yaklaşmak için diğer insanlardan daha çok ibadet ediyorum. Allah (c.c) bana muhakkak ki azap etmez. Çünkü yaptığım ibadetlerden dolayı Allah katında yüksek bir derecem vardır" diye düşünmeye başlar ve bu düşünce kalbindeki Allah korkusunu yavaş yavaş azaltır, Nihayet Allah'ın azabından emin olur ve derin bir sapıklığa düşer.
ALLAH VE SEN DİLERSEN SÖZÜ
Kuteyle (r.a) diyor ki:"Yahudilerden birisi Rasulullah (s.a.s)'in huzuruna gelerek:"Siz müslümanlar da şirk koşuyorsunuz. Çünkü: "Allah ve sen diledin de şu iş oldu" diyorsunuz. "Ka'be hakkı için" diye yemin ediyorsunuz" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) müslümanların yemin etmek istedikleri zaman: "Ka'be'nin Rabbi Allah üzerine" diye yemin etmelerini ve "Allah diledi sonra da sen diledin" demelerini emretti. (Nesei, sahih senedle)
İbn-i Abbas (r.a) şöyle demiştir: Bir adam Rasulullah (s.a.s)'e hitaben:
"Allah ve sen dilediniz" deyince Rasulullah (s.a.s) ona: "Beni Allah'a eş mi koşuyorsun? Yalnız Allah diledi, de" buyurdu.(Nesei - İbn-i Mace)
Tufeyl (r.a) diyor ki:
"Bir gece rüyamda birkaç yahudiye rastladığımı gördüm. Ve onlara: "Gerçekte: "Üzeyr Allah'ın oğludur" demeseydiniz çok iyi olurdunuz" dedim. Onlar da:"Gerçekten: "Allah ve Muhammed diledi" demeseniz en doğru yolda olan insanlar sizlersiniz" cevabını verdiler. Sonra bir hristiyan topluluğuna rastladım ve onlara: "Isa Allah'ın oğludur" demeseydiniz gerçekten çok iyi olurdunuz" dedim. Onlar da bana: "Allah ve Muhammed diledi" demeseniz gerçekten en doğru yolda olan insanlar sizlersiniz" dediler.
Sabah olunca bunu birkaç kişiye anlattım. Sonra Rasulullah (s.a.s)'in huzuruna giderek ona da anlattım. Rasulullah (s.a.s) bana: "Bu rüyayı hiç kimseye anlattın mı?" diye sordu. "Evet" dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki:
"Tufeyl bir rüya gördü. İçinizden bir kısmınıza da anlattı. Sizlerin söylemekte olduğunuz bir söz vardı ki onu daha önce yasaklamam gerekiyordu.Fakat şu şu sebepler beni engelledi. Artık: "Allah ve Muhammed diledi" demeyin "Yalnız Allah diledi"deyin." (İbn-i Mace)
İbn-i Abbas (r.a) diyor ki:
"Allah'a eş koşmak şirktir ve bu şirk karanlık bir gecede siyah bir karıncanın kıpırtısından daha gizlidir. Şöyle ki senin: "Allah ve senin hatırın için" veya "Allah ve benim hatırım için" deyişin "Şu köpek olmasaydı veya şu ördekler olmasaydı mutlaka eve hırsız girerdi" demen ve bir kimsenin arkadaşına: "Allah ve sen dilediniz de bu iş oldu" veya "Allah ve filan adam olmasaydı" demesi hep şirk olan sözlerdendir."(İbn-i Ebu Hatim)
Huzeyfe (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Allah ve filan adam diledi de bu iş oldu" demeyin. Fakat "Allah diledi, sonra da falan adam diledi" deyin." (Ebu Davud, sahih senedle)
"Allah ve sen dilersen", "Allah ve sen dileseydin bu iş olmazdı" ve bu manayı ifade eden benzer sözleri söylemek küçük şirktir, insanı dinden çıkarmamakla birlikte büyük haramlardan daha haram olduğu için müslümanların bu gibi sözleri kullanmamaları gerekir.
Bu sözün büyük şirk değil de küçük şirk olduğunu Rasulullah'ın şu sözü isbat ediyor:
"Daha önce yasaklamam gerekiyordu, fakat şu şu sebepler beni engelledi."
Zira, şayet bu tür sözleri söylemek büyük şirk olsaydı Rasulullah (s.a.s) bunun hükmünü sahabelere bildirmekte bir an olsun gecikmez derhal bildirirdi.
Ayrıca hadisi şerif bize; yahudilerin ve hristiyanların da küçük şirk hakkında ilme sahip olduklarını gösteriyor.
ALLAH, AYETLERİ VE RASULÜ İLE ALAY ETMEK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Onlara niçin alay ettiklerini sorarsan: "Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk" derler. Onlara deki: "Allah, ayetleri ve Resulü ile mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin. Çünkü iman ettikten sonra küfre girdiniz. İçinizden bir zümreyi affetsek de suç işlemiş olduklarından dolayı diğer bir zümreye azap edeceğiz." (Tevbe: 65-66)
İbn-i Ömer (r.a), Muhammed b. Ka'b, Zeyd b. Eşlem, Katade (Allah hepsinden razı olsun) şöyle naklediyorlar:
"Tebük seferi esnasında bir adam, Rasulullah ve Kur'an okuyabilen sahabeleri kastederek şöyle dedi:"Şu bizim kurramızdan (okuyucularımızdan) daha obur, daha yalancı ve düşman karşısında daha korkak kimse görmedik." Avf b. Malik (r.a) ona:
"Yalan söylüyorsun! Sen ancak bir münafıksın. Bunu Rasulullah (s.a.s)'e haber vereceğim" dedi. Ve Rasulullah (s.a.s)'in huzuruna giderek ona durumu anlatmak istedi. Fakat vahyin kendisinden önce nazil olup durumu Rasulullah (s.a.s)'e bidirdiğini gördü. Adam da özür dilemek için Rasulullah (s.a.s)'e geldi. O esnada Rasulullah (s.a.s) devesine binmiş gitmek üzereydi. Rasulullah (s.a.s):
"Ey Allah'ın Rasulü! Biz sadece yol yorgunluğunu gidermek için lafa dalmış şakalaşıyorduk" dedi.
İbn-i Ömer (r.a) diyor ki:"Gözümün önünden gitmiyor. Adam, Rasulullah'ın bindiği devenin üzengilerini tutmuş, ayaklan taşlara çarpa çarpa habire: "Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk" diyordu. Rasulullah (s.a.s) de: "Allah, ayetleri ve Rasulüyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin. Çünkü iman ettikten sonra küfre girdiniz..." cevabını tekrar ediyor ve bir tek kelime ilave etmeyerek onun yüzüne bile bakmadan gidiyordu."(Buhari)
Ayet-i kerime ve hadisi şerifin ışığında görüyoruz ki: Allah, Rasulü ve ayetleri ile alay etmek apaçık bir küfürdür. Alay eden kişi, bu yaptığını şaka maksadıyla söylediğini ve kalbinin imanla dolu olduğunu iddia etse bile onun bu sözlerine itibar edilmez. Çünkü bazı söz ve ameller vardır ki işte bu ameller işleyen kimsenin kalbinde iman bulunmadığını apaçık bir şekilde gösterir.
"EĞER" SÖZÜNÜ KULLANMANIN HÜKMÜ
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Eğer bu işte bizim fikrimi/ alınsaydı. Duraçla öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsanız bile haklarında ölüm yazılı olanlar mutlaka devrilecekleri yere varırlar. Bu Allah'ın içinizde olanı denemesi kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah kalplerde olanı bilir." (Al-i İmran: 154)
"Ey iman edenler! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: "Eğer yanımızda olsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi" diyen inkarcılar gibi olmayın. Ki Allah bunu onların kalplerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de, öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görendir." (Al-i İmran: 156)
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sana faydası dokunacak hususlara azimle sarıl,Allah'tan yardım iste. Sakın acze düşme. Başına bir zarar geldiğinde: "Eğer böyle yapsaydım, şöyle olurdu" deme. Ancak de ki: "Allah böyle takdir etti ve Allah elbette dilediğini yapar." Zira "eğer" sözü şeytanın işine yol açar." (Müslim)
İslam dini "eğer" sözünün kullanılmasını bazı durumlarda yasaklamış, bazı durumlarda da mubah kılıp iyi görmüştür. Eğer sözünü kullanmak şu durumda yasaktır:
Kendisine hoşuna gitmeyecek bir şey yapıldığında veya sevmediği bir ameli işlediğinde, kişinin; "Eğer böyle yapsaydım, şöyle olurdu" veya: "Eğer şöyle yapılsaydı böyle olmazdı" demesi haramdır. Bu, şeytanın işine yol açar ve iki nedenden dolayı haram kılınmıştır:
Birincisi: Böyle demek, kalbe üzüntü ve pişmanlık kapılarını açar ki, kişinin bu gibi duygulardan uzak durması gerekir. Zira bu duygular, kişiye zarardan başka hiçbir fayda vermez.
İkincisi: Böyle bir durumda, Allah'a ve Allah'ın kaderine karşı edepsizlik edilmiş olur. Çünkü, büyük-küçük meydana gelen bütün olaylar Allah'ın dilemesi ve kaderiyle oluşurlar. Allah'ın olmasını dilediği şey mutlaka olur, olmamasını dilediği şey de mutlaka olmaz. Bunu hiç kimse ve hiçbir güç değiştiremez.
"Eğer" sözünün kullanılmasını, İslam şu durumlarda mubah kılmıştır: Hayrı temenni ederek "eğer" sözünü kullanmak. Mesela; "Eğer falan adam kadar malım olsaydı, Allah yolunda harcardım" demek veya Rasulullah'ın dediği gibi: "Eğer Musa kardeşim biraz daha sabretseydi, Allah (c.c) Musa ve Hızır hakkında bize daha fazla kıssa anlatırdı" demek caizdir.
Kısacası hayrı temenni ederek "eğer" sözünü kullanmak mubah ve iyi bir amel, fakat şer hususunda temenni ya da pişmanlık ifade ederek kullanmak kesinlikle haramdır.
ALLAH'TAN BAŞKASININ KANUNLARINA BAŞVURMAK
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Allah kendisinden başkasına değil yalnız O'na ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."(Yusuf: 40)
Bu ayeti kerime gösteriyor ki ister bir şahsın, isterse bir zümrenin olsun, Allah'tan başkasının hükmünü kabul eden kimse kimin hükmünü kabul ediyorsa ona ibadet ediyor demektir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)
Bu ayeti kerime ile Allah (c.c) insanlara apaçık bildirdiği kendi kanunlarından başka adı ve zamanı ne olursa olsun tüm diğer beşeri kanunlara muhakeme olmayı kabul edenlerin şirke girdiklerini beyan ediyor ve böylelerini hayretle karşılıyor. Çünkü bu tür kimseler hem iman ettiklerini iddia ediyorlar hem de Allah'ın kanunlarından başka kanunlara muhakeme olmak istiyorlar!... Ki, bu davranışları onların imanlarında yalancı olduklarını ve iman iddialarının sadece ağızlarında geveledikleri boş laflardan ibaret olduğunu, yüzlerine vururcasına apaçık gösteriyor. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen Allah'ın mükemmel kanunlarının dışında herhangi bir kanun veya ilkeye muhakeme olmak veya gerçek zorlama olmaksızın -kalbi imanı tasdik etse bile- bunu istemek, ayette bahsedildiği gibi tağuta muhakeme olmak demektir.
İmam Şa'bi, bu ayetin nüzul sebebi hakkında şöyle diyor:
"Bir münafık ile bir yahudi kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Yahudi, müslüman görünen münafığa Rasulullah (s.a.s)'in rüşvet kabul etmeyeceğini bildiğinden dolayı, Rasulullah'a muhakeme olmayı teklif etti. Münafık ise, yahudilerin rüşvet aldığını düşünerek yahudilere muhakeme olmak istedi. Nihayet Cüheynelilerden bir kahine muhakeme olmaya karar verdiler. Bunun üzerine Allah (c.c): "Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? ..." (Nisa: 60) ayetini indirdi.
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında başka bir rivayet ise şöyledir:
"Birbirinden davacı iki kişiden birisi: "Rasulullah (s.a.s)'in huzurunda muhakeme olalım" dedi. Öbürü ise: "Yahudi Ka'b b. el-Eşref in huzurunda muhakeme olalım" dedi. Sonra Ömer (r.a)'ye .muhakeme olmaya gittiler ve ona meseleyi anlattılar. Ömer (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in huzurunda muhakeme olmayı istemeyene: "Doğru mu?" diye sordu. Adam: "Evet" deyince Ömer (r.a) boynunu vurarak adamı öldürdü. Bu olay üzerine Allah (c.c) (Nisa: 60) ayeti kerimesini indirdi.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların heva ve heveslerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüz çevirirlerse bil ki Allah bir kısım haramları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların birçoğu fasıktırlar. Onlar cahiliyyenin kanunlarını mı istiyorlar? İnanmış, akıllı bir topluluk için Allah'tan daha iyi yasa koyucu var mıdır?" (Maide: 49-50)
Müfessir İbn-i Kesir bu ayeti kerimeyi şöyle açıklıyor: "Bütün hayırları kapsayan, bütün kötülükleri yasaklayan, uydurma heves ve arzulara meyilden alıkoyan, Allah'ın hükmünün dışına çıkanları Allah (c.c) reddediyor. Kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah'ın şeriatına dayanmayan bütün kanunların boş ve geçersiz olduğunu bildiriyor."
Mesela tatarların Cengiz Han diye bilinen krallarından alınma krallık buyruktan vardır ki bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara kral koymuştur. Ve bu kanunların ismi Ye'saktır. Bu kanunlar, yahudilik, hristiyanlık ve İslam dininden alıntılar yapılarak, bir de buna kralın fikirleri katılarak hazırlanmıştır. Ondan sonra gelenler bunu izlenen bir hüküm haline getirmiştir ki onlar Allah'ın kitabından ve Rasulullah'ın sünnetinden önce bu hükümlere uyarlar. Böyle davrananlar kafirdirler. Küçük büyük bütün meselelerde Allah ve Rasulünün hükmüne dönünceye kadar onlarla savaşılır.
KAFİR VE MÜŞRİKLERİ DOST EDİNMEK VE ONLARA YARDIM ETMENİN HÜKMÜ
Şurası iyice bilinmelidir ki kalben şirki ve müşrikleri sevmeyip İslam ve müslümanları sevse bile; müşriklerden korktuğu veya onları idare etmek, onların kötülüklerinden korunmak için; müşriklerin dinini kabul ettiğini söyleyen veya hareket ve davranışlarıyla bunu gösteren kimse onlar gibi müşrik ve kafir olur. Fakat, kafirler onu yakalayıp: "Bunu yapmazsan veya söylemezsen seni öldürürüz" derse veya onu işkenceye tabi tutarlarsa işte yalnız o zaman onların istediğini -kalbi imanı tasdik etmek şartıyla- dil ile söyleyebilir.
Bütün alimlerin icmasıyla; şaka olarak, kalbi inanmadığı halde küfür sözü söyleyen kimse kafir olur. Korktuğu için mal, mülk, para veya dünyalık menfaat için küfür işleyen ya da küfür sözü söyleyen kişi, şaka yollu küfür sözü söyleyen kişiden elbette daha çok küfrü hak etmiştir.
Allah'ın yardımıyla bunların delillerini zikretmeye başlıyoruz:
Birinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Kendi dinlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanlar senden asla razı olmayacaklardır. De ki: "Allah'ın gösterdiği doğru yoldan başka doğru yol yoktur."Yemin olsun ki sana ilim geldikten sonra şayet onların arzularına uyarsan Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." (Bakara: 120)
"Yemin olsun ki eğer sana ilim geldikten sonra onların arzularına uyarsan o zaman şüphesiz zalimlerden olursun." (Bakara: 145)
Allah (c.c) ilk ayette; yahudi, hristiyan ve müşriklerin onların dinlerine tabi olmadıkça ve onların fikirlerini doğru kabul etmedikçe asla Rasulullah (s.a.s)' den razı olmayacaklarını bildiriyor. Devamla Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi De ki: "Allah'ın gösterdiği yoldan başka doğru yol yoktur. Yemin olsun ki sana ilim geldikten sonra şayet onların arzularına uyarsan Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır."
İkinci ayeti kerimede ise şöyle buyuruluyor:
"Yemin olsun ki sana ilim geldikten sonra onların arzularına uyarsan o zaman şüphesiz zalimlerden olursun."
Rasulullah (s.a.s)'in kendisinin en sevgili kulu ve rasulü olmasına rağmen, müşrikleri idare etmek veya onların kötülüklerinden sakınmak için kalbi imanla dolu olsa bile dıştan onların dinlerini, fikirlerini kabul etmiş görünmesi veya hareket ve davranışlarıyla bunu belli etmesi halinde Allah'ın yardım ve desteğinden mahrum bırakılıp zalimlerden olacağını Allah (c.c) apaçık bir şekilde beyan ediyor.
Yaratılmışların en şereflisi son rasul Muhammed (s.a.s) için durum bu olursa acaba bu davranışlarda bulunan diğer insanların hali ne olur?
İkinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Kafirlerin gücü yetse dinini/den döndürünceye kadar sizinle durmadan savaşırlar. Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse işte onların dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır." (Bakara: 217)
Allah (c.c) bu ayette; kafirlerin müslümanları dinlerinden döndürmek için ellerinden gelen bütün imkanları kullandıklarını haber veriyor ve kafirlerin savaş açmasından korkarak -can, mal ve namusu korumak düşüncesiyle bile olsa- onların istediği şirki yapmanın bir mazeret olamayacağını bildiriyor. Bilakis, onların istediği şirki yapan kimsenin mürted olup dinden çıkacağını ve böyle ölürse cehennemde sonsuza kadar kalacağını apaçık bir hüküm olarak beyan ediyor. Savaştan korkarak şirk işleyen kişinin durumu böyle olursa; savaş olmadığı halde bunların istedikleri şirki kabul eden, onlara uyan kimsenin durumu nasıl olur? Bu kişi şüphesiz diğerinden daha şiddetli bir küfür içerisindedir.
Üçüncü Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Mü'minler mü'minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'tan bekleyebileceği hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali (takiyye) müstesna. Allah sizi kendisinden sakındırır. Sonunda dönüş ancak Allah'adır."(Al-i İmran: 28)
Bu ayeti kerimede Allah (c.c) mü'minleri bırakıp da kafirleri dost edinen kimsenin -bunu onlardan korktuğu veya çekindiği için yapsa bile- Allah'tan bekleyeceği hiçbir şey olmadığını bildiriyor. Yani bu kişi Allah (c.c)'ın cehennemin ebedi azabından kurtarmayı vaad ettiği kişiler arasında olmayacaktır.
"Ancak onlardan sakınmanız hali (takiyye) müstesnadır." Yani; kafirlerin eline düşen kişi, onlara düşmanlık gösterdiği zaman, onların kendisine eziyet edeceklerinden korkarsa, kalben onlara düşmanlık ve kin beslemek şallıyla güler yüz gösterip, onlarla iyi geçinebilir. Fakat onların dinini kabul etmiş görünemez.
İbn-i Abbas (r.a) diyor ki:"Takiyye (sakınma) ancak dil iledir. Amelle olmaz."Gerçek bir zorlama olmaksızın sadece korktuğu için veya geçici dünya menfaati elde etmek gayesiyle kafirleri dost edinen kişi apaçık bir şekilde kafir olur.
Allah (c.c) korkuyu mazeret olarak kabul etmiyor ve şöyle buyuruyor:"Muhakkak şeytan dostlarını korkutmak ister.Eğer mü'min iseniz onlardan korkmayın benden korkun."(Al-i İmran: 175)
Dördüncü Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey iman edenler! Eğer kafirlere itaat ederseniz sizi gerisin geri küfre çevirirler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Hayır yardımcınız Allah tır. O yardım edenlerin en hayırlısıdır."(Al-i İmran: 149-150)
Allah (c.c) bu ayette eğer mü'minler kafirlere itaat e-derse, kafirlerin onları mutlaka küfre sokacaklarını haber veri yor.
Kafirler kendi fikirlerinin doğru olduğunu ve onlara karşı çıkanların hatalı olduğunu söylettirmeden, asla mü mirilerden razı olmazlar ve mü'minlere bunu yaptırmak suretiyle onları küfre sokmadan rahat etmezler.
Beşinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman melekler: "Ne yapıyordunuz?" deyince: "Yer yüzünde biz zayıf kimselerdik" derler. Melekler de:"Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya" derler. İşte onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü dönüş yeridir." (Nisa: 97)
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında Buhari (r.a) şöyle rivayet ediyor:
"Mekke ehlinden Rasulullah (s.a.s) ile beraber hicret etmemiş bir topluluk hakkında inmiştir. Bunlar fitneye düşerek Bedir harbinde müslümanların karşısında, müşriklerin safında savaşa katılmışlardır. Bu kimseler müslüman olduklarını gizliyorlardı. Bedii' harbi çıkınca müşrikler bunları harbe katılmak için zorladılar. Onlar da müslüman olduklarını açıkladıkları zaman öldürülme korkusuyla Bedir harbine katıldılar ve savaşta müslümanların oklarıyla öldürüldüler. Müslümanlar durumu öğrenince aralarında ihtilaf çıktı. Bir kısmı onların kafir olduğunu söylüyor, bir kısmı ise müslüman kardeşlerimizi öldürdük diye üzülüyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c) bu ayeti kerimeyi indirerek hicret etmeyip kafirlerin safında savaşa katılanların özürlerini, işledikleri küfür ameli sebebiyle reddettiğini ve onların cehennemle cezalandırılacağını bildirdi.
Melekler, müslümanlarla beraber hicret etmeyip Bedir savaşında müslümanlara karşı savaşan kafirlerin safına katılanlara soracaklar:
"Hangi saftaydınız? Müslümanların safında mı, yoksa müşriklerin safında mı?" Onlar: "Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik." yani; "biz kafirlere karşı güçsüzdük. Eğer onlara katılmasaydık müslüman olduğumuzu anlayıp bizi öldürürlerdi." şeklindeki mazeretlerini ileri sürecekler. Melekler ise bunu mazeret olarak kabul etmeyerek onlara: "Allah'ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya?" yani; hicret etseydiniz bu duruma düşmezdiniz, çünkü hicret imkanınız vardı, diyecekler ve bu kişiler işledikleri küfür ameline karşılık ceza olarak cehenneme atılacaklardır.
Denilebilir ki: Bu kişilerin özürlü sayılmaları gerekmez mi? Çünkü savaşa katılmasalardı kafirler tarafından öldürüleceklerdi. Buna cevap olarak denilir ki: Bu kişiler ellerinde hicret etme imkanı olduğu halde hicret etmediklerinden dolayı bu duruma düşmüşlerdir. Hicret etseydiler bu duruma düşmeyebilirlerdi. Bu yüzden Allah (c.c) onların mazeretlerini kabul etmedi.
Ölümden korktukları için kafirlerin safında savaşa katılanlar kafir oluyorsa, ülkelerinde daha önce İslam kanunlarıyla hükmedilirken daha sonra küfür kanunları hakim olduğunda kafirlere yardım eden, onların kanunlarım kabul eden veya destekleyen, tevhidin yükselmesi için mücadele edip küfrün kanunlarını kaldırarak yerine İslam devleti kurmak için çalışanlara karşı çıkan, onlarla alay eden, onları hatalı gören kimseler elbette onlardan daha çok küfrü hak ederler.
Altıncı Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Allah size Kur'an'da: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman başka bir söze geçmedikleri müddetçe o kafirlerle oturmayın.Aksi halde sizde onlar gibi olursunuz diye hüküm indirdi.Muhakkak ki Allah münafıkların ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır"Nisa 140
Yedinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey iman edenler!Yahudi ve hıristiyanları veliler edinmeyin.Onlar birbirlerinin velileridir.Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır.Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. Kalplerinde hastalık bulunanların onlara doğru koştuğunu görürsün. "Bize kötülük isabet etmesinden korkarız" derler.Umulur ki Allah bir fetih ihsan eder veya katından bir emir getirir de içlerinden gizlerine pişman olurlar."(Maide 51-52)
Allah (c.c) bu ayette .Yahudi ve hristiyanlara dostluk göstermeyi ve yardım etmeyi yasaklayarak,onları dost edinip onlara yardım edenlerin de onlar gibi kafir olacağını bildiriyor. Yahudi ve hristiyanlar hakkında inen bu hüküm diğer müşrik ve kafirleri de kapsamına alır.
"Kalplerinde hastalık bulunanların onlara doğru koştuğunu görürsün. "Bize kötülük isabet etmesinden korkarız" derler."
Bu ayeti kerimeden anlıyoruz ki kafirlerle dostluk kuran ve onlara yardım eden kişi bunu korkarak veya korkmayarak yapsın fark etmez. Çünkü, Allah (c.c) korktukları için onlarla dostluk kuran ve yardım eden kimseleri "Kalplerinde hastalık bulunanlar" olarak vasıflandırıyor.
Sekizinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Onlardan bir çoklarının kafirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir. Onlar ebedi olarak azab içinde kalacaklardır." (Maide: 80)
Allah (c.c) bu ayette gerçek zorlama olmadan, korkarak veya korkmayarak kafirlerle dostluk kuran, onları destekleyip yardım eden kimsenin, Allah'ın gazabını ve ebedi olarak cehennemi hak.edeceğini bildiriyor. Bunlara ek olarak gerçek tevhid ehlini ortadan kaldırmak için çalışan, onlara düşman kesilen, onları ortadan kaldırmak için kafirlere yardım eden kimselere ise şüphesiz Allah'ın azabı daha şiddetli olacaktır.
Dokuzuncu Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Eğer onlar Allah'a, Rasulüne ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Fakat onlardan bir çoğu fasık kimselerdir." (Maide: 81)
Bu ayeti kerimede Allah (c.c) Allah'a, Rasulüne ve ona indirilene iman ile kafirleri dost edinmenin asla bağdaşmayacağını belirtiyor.
Onuncu Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Kesilirken ü/erine Allah'ın adı zikredilmeyen hayvanları yemeyin. Bunu (helal sayarak) yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Şüphesiz ki şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için dostlarına vesvese verirler. Eğer onlara itaat ederseniz muhakkak ki Allah'a ortak koşanlardan olursunuz." (En'am: 121)
Kafirler mü'minlere dediler ki: "Niçin siz kendi öldürdüğünüz hayvanları yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğü hayvanları (ölü olarak bulunmuş leşleri) yemiyorsunuz?
İşte bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu. Ayet kerimede kafirlere itaat ederek Allah'ın haram kıldığı ölü hayvanları yemeyi helal saymanın şirk olduğunu belirtiyor.
Gerçek zorlama olmaksızın, korkarak veya korkmayarak kafirlere itaat etmek suretiyle Allah'ın haram kıldığı ölü hayvan etini helal sayan kimse kafir olursa, kafirlerle dostluk kurmakta bir sakınca görmeyen, Allah'ın kendisinden başkasına haranı kıldığı hakimiyet hususunda kafirleri destekleyen ve onlara yardım eden, İslam'ı hakim kılmak için çalışan gerçek tevhid ehli müslümanlara cephe alıp, onlarla alay eden, onları küçük gören, onlara zarar vermek için kafirlere yardım eden kimselerin küflü şüphesiz daha şiddetlidir.
Onbirinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey Muhammed! Onlara şu adamın halini anlat. Biz ona ayetlerimizi vermiştik. O, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu. Eğer dileseydik onu bu ayetlerimizle yüceltirdik. Fakat o, ebedi kalacakmış gibi dünyaya sarıldı ve arzularına uydu. Onun hali şu köpeğin durumuna benzer ki; üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlayan kavmin sıfatı işte budur.
Ey Muhammed!! Bu kıssayı anlat belki düşünürler. Ayetlerimizi yalanlayan, böylece kendi nefislerine zulmetmiş kavmin sıfatı ne kadar çirkindir." (A'raf: 175-177)
Bu ayet, İsrail oğulları zamanında yaşamış Bel'am adında, Allah'ın gizli olan İsmi Azamini bilen ve Allah'a ibadet eden bir alim hakkında inmiştir.
İbn-i Abbas'dan rivayetle Ali b. Ebu Talha der ki: "Musa ve yanındakiler zorbaların bulunduğu yere indiklerinde, Bel'am'ın amca oğulları ve kavmi Bel'am'a gelerek: "Muhakkak ki Musa sert bir adamdır. Yanında kalabalık bir ordu var. Eğer o (Musa) bize galip gelirse mahvoluruz. Allah'a dua et de, Musa ve yanındakileri bizden geri çevirsin" dediler.
Alim Bel'am: "Eğer ben Musa ve yanındakileri geri çevirmesi için Allah'a dua edersem, dünyam ve ahire-tim mahvolur, gider" dedi.
Onlar bu isteklerinde devam edince o da Musa ve yanındakilere beddua etti ve Allah da ona verdiklerini çekip aldı."
İşte Allah (c.c)'nün: "Biz ayetlerimizi vermiştik. O onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu." ayetinin manası budur.
Allah (c.c) bu ayeti kerime ile verdiği ilimle amel etmeyen, bunu dünyalık basit menfaatlere değişen, şeytana uyup azgınlardan olan ve böylelikle Allah'ın gazabını hak eden din adanılan için üzerinde ibretle düşünülmesi gereken bir misal veriyor.
Ülkelerinde daha önce İslam kanunları hakimken daha sonra küfür kanunları hakim olunca, kafirlere yardım eden, onlardan korkarak veya kendi azalarıyla onlara itaat eden, onların isteklerine uyarak Allah'ın hükümlerinin bir kısmını gizleyen veya değiştiren,halka kafir olduğu halde,devlet başkanlarının müslüman olduğunu ve onlara itaat edilmesinin gerektiğini telkin ve vaaz eden, gerçek müslümanları kötüleyip onları halka sapıklar olarak tanıtanlar, insanlara İslami gerçekleri anlatmak yerine kafirlerin anlatılmasını istedikleri şeyleri anlatan din adamları ve alimler de çağımızın Bel'amlarıdır.
Onikinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Zalimlere asla meyletmeyin. Aksi takdirde cehennem ateşi size dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım görmezsiniz."(Hud: 113)
Allah (c.c) kafir olan zalimlere meyletmekten sakındırarak, onlara meyleden kimsenin cehennemin ateşini hak edeceğini, böyle yapan kişinin gerçek zorlama olmadan bunu korkarak veya gönül rızasıyla yapmasının hiç fark etmeyeceğini bildiriyor. Zalim kafirlere meyletmenin cezası bu kadar büyük olursa, onları seven, onlara dostluk gösterip her türlü yardımın yapılmasında hiçbir sakınca görmeyen, kafirlerin koyduğu hükümlere rıza gösteren, bu hükümleri öven, bu kanunlarla idare edilmeyi isteyen, kafirleri tevhid ehline karşı destekleyen kimselerin cezası elbette kat kat fazla olacaktır. Çünkü bunlar daha büyük bir küfür içerisindedirler.
Onüçüncü Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Kalbi imanla dolu olduğu halde inkara zorlanan hariç kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa işte Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab da vardır. Bunun sebebi dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kafirleri doğru yola sevk etmemesidir."(Nahl: 106-107)
Bir kimse ister malına, canına veya ailesine zarar gelebileceği korkusuyla, ister hiçbir korku olmadan, iman ettikten sonra dininden dönerse kafir olur. Bu kişinin küfrü ister açık olsun, ister gizli, ister amel ile yapılsın, ister söz ile söylensin, ister kafirlerden dünyalık bir menfaat ve geçici dünya metaı için yapılsın farketmez, her halde sahibini derin bir sapıklığa, apaçık bir küfre sürükler. Gerçek zorlama dışındaki her halde küfre giren kişi kafir olur.
Gerçek zorlama ise; kişinin tutuklanıp: "Eğer bunu söylemezsen seni öldürürüz" diye tehdid edilmesi ya da mallarının alınması İslam'a ve müslümanlara çok büyük zarar verecek olan bir zenginin tüm malının gasbedilme korkusudur. İşte ancak bu hallerden biri üzere olan kişi kalbi imanla dolu olmak şartıyla kafirlerin istediği küfür sözünü söyleyebilir. Eğer söylediği küfür sözünü kalben tasdik ederse yine de kafir olur. Ayrıca gerçek zorlama karşısında küfür sözü söyleyen kimse bu zorlama kalkar kalkmaz imanını açıklamak zorundadır.
"Kur'an mahluktur" fitnesinde o devrin büyük alimi Ahmed b. Hanbel kendisine bu yüzden yapılan işkenceler sonucu rahatsızlanmış yatıyordu. O devrin alimlerinden Yahya b. Muin yanma girdi ve selam verdi. Ahmed b. Hanbel onun selamını almadı. Zira Yahya b.
Muin fitneye düşerek: "Kurun mahluktur" diyenlere uymuştu.
Ahmed b. Hanbel'in kendisinin selamını niçin almadığım anladı ve ona Ammar b. Yasir'in hadisini ve: "Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkara zorlanan hariç kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir a/ab vardır." (Nahl: 106) ayeti kerimesini okudu. Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel yüzünü ondan çevirdi. Yahya b. Muin: "Bu adam hiç özür kabul etmiyor" dedi. O dışarı çıkmak üzereyken Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: "Bana Ammar b. Yasir'in hadisini okuyor. Halbuki Ammar b. Yasir kafirlerin yanından geçerken Rasulullah'a sövdüklerini duydu. Onlara karşı çıktı. Onlar da onu dövdüler, eziyet ettiler. Bunun üzerine serbest kalmak için onların istediği sözü söyledi. Bunlar ise hiçbir işkenceye tabi tutulmadan sadece: "Şunu söylemezseniz sizi döveriz" denildiğini duydular. Bu yüzden bunların durumu ile Ammar b. Yasir'in durumu aynı değildir. O halde Ammar b. Yasir'in durumunu kendilerine delil alamazlar."
Yahya b. Muin onu haklı bularak: "Yeryüzünde bu adamdan daha alim birisini görmedim" dedi.
Allah (c.c) gerçek zorlama olmaksızın kafirlerden korkarak küfür sözü söyleyen veya insanı küfre sokan bir amel işleyen kimsenin dinden çıkacağını ve Allah'ın azabını hak edeceğini bildiriyor.
Bunların kafir oluşlarının sebebi; ne şirki sevip kabul etmeleri ne kafirlere ve müşriklere dostluk göstermeleri ne de İslam'a ve müslümanlara düşman olmalarıdır. Bunların dinden çıkmalarına sebep olan şey, dünya hayatını Allah'ın rızasından ve İslam'dan üstün tutmaları ve geçici dünya menfaati için bu sözleri söylemeleri ve bu amelleri işlemeleridir. Allah (c.c) geçici dünya menfaatini Allah'ın rızasından ve dininden üstün tuttukları için onları tekfir etmekte, onları doğru yola eriştirmeyeceğini bildirerek şöyle buyurmaktadır:
"...Allah'ın gazabı onların üzerindedir. Bunlara büyük bir azab da vardır. Bunun sebebi dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kafirleri doğru yola eriştirmemesidir."
Ondördüncü Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra tekrar eski inkarlarına dönenlerin yaptıklarını şeytan kendilerine hoş göstermiştir. Ve hayallerle aldatmıştır. Çünkü onlar Allah'ın indirdiklerini beğenmeyenlere: "Biz ileride bazı hususlarda itaat edeceğiz" dediler. Halbuki Allah onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken halleri nice olacak? Çünkü onlar Allah'ı gazablandıracak şeylere uydular ve onun rızasını hoş karşılamadılar. Bunun üzerine Allah da onların amellerini boşa çıkarıverdi."(Muhammed: 25-28)
Allah (c.c) bu ayette İslam'ı anladıktan sonra şeytanın batılı süsleyip doğru olarak göstermesi sonucu şeytana uyarak dinden çıkıp tekrar küfre dönenlerin ilimlerinin kendilerine fayda vermeyeceğini bildiriyor.
Tıpkı bunun gibi zamanımızda gerçeği bilen bazı kişiler şeytan tarafından aldatılarak hiçbir şekilde gerçek zorlama olmaksızın küfür sözü söylüyorlar veya insanı küfre sokan ameller işliyorlar, sonra da bunun kendilerini dinden çıkarmadığını ve hakkı bildiklerini, Kelime-i Şehadeti sevip manasını kabul ettikleri için ne zarar yaparlarsa yapsınlar bunların dinlerine, imanlarına zarar gelmeyeceğini zannediyorlar. Halbuki onlar şu gerçeği unutuyorlar: Müşriklerden çoğu İslamı bilip sevdikleri halde mallarına, canlarına veya ailelerine bir zarar gelmesinden korkarak veya geçici bir dünya menfaati elde etmek için kafirlere uydular ve İslam'ı uygulamayı terk ederek dinden çıktılar.
Allah (c.c) devamla şöyle buyuruyor:
"Çünkü onlar Allah'ın indirdiklerini beğenmeyenlere: "Biz size ileride bazı hususlarda itaat edeceğiz" dediler."
Allah (c.c) helal ve haramların söz konusu olduğu bazı meselelerde katından indirdiği hükümleri beğenmeyen ve bu hükümlere karşı büyüklenen müşriklere bazı meselelerde itaat edeceklerine söz verenleri -ver-, dikleri sözü yerine getirmek niyetinde olmasalar bile-bu sözü verdiklerinden dolayı kafir olarak vasıflandırıyor.
Eğer bu kişiler mürted oluyorsa, Allah'ın kanunlarını beğenmeyen Resulullah'ın şeriatını, beşeri ve tağuti (tağut: daha önceki konularda geniş ve kapsamlı bir şekilde açıklanmıştı) kanunlarla değiştirip, bu küfür kanunlarını üstün gören, müşrik ve kafirleri destekleyenler; Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kıldıkları zaman onlarla mücadele edilmesini hoş karşılamayanlar, tağutları sevmeyip kanunlarına uymayan ve İslam'ı hakim kılmak için çalışan tevhid ehlini hatalı bulanlar, tevhid ehline zarar vermeleri için kafirlere maddi ve manevi yardımda bulunanlar, tağutların başarıları için sevinen ve başarılı olmaları için ellerinden geleni yapmaktan çekinmeyen kimseler şüphesiz bunlar, daha mürted. daha sanık, daha şerli kimselerdir.
Onbeşinci Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile,Allah'a ve Resulüne karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin.İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış ve katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan ve içlerinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki saadete erecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mücadele: 22)
"Ey mü'minler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. Ey Muhammedi De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evleriniz Allah'tan, Rasulünden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 23-24)
Allah (c.c) şu gerçeği apaçık şekilde ortaya koymaktadır: Allah'a ve ahiret gününe iman ile en yakın akrabası dahi olsa Allah'a ve Rasulüne karşı gelenlere sevgi beslemek ve dostluk göstermek kesinlikle bağdaşmaz. Bu davranışın asla imanla bir arada bulunması düşünülemez. Tıpkı gece ile gündüzün aynı anda bulunamayacağı gibi.
Bu ayeti kerimede ve önceki ayeti kerimede asla tevil götürmeyecek apaçık bir hüküm bildiriliyor.
Allah ve Rasulüne karşı gelenlerin kanunlarına u-yanlar, kafirlerin istediği küfür sözü söyleyenler, küfürlerinde onlara yardım edenler, imanlarından ve dinlerinden taviz vererek müşrikleri hoşnut etmeye çalışanlar, haram ve helal konusunda onlara itaat edenler, bunları babalarını, oğullarını kaybetmemek, onlara bir zarar gelmesini önlemek veya onları korumak' için dahi yapsalar bu yaptıklarında hiçbir geçerli mazeretleri olmaz ve okun yaydan çıktığı gibi dinden derhal çıkarlar.
Onaltıncı Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey iman edenler! Benim düşmanımı da sizin düşmanınızı da dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar, size gelen hakkı inkar ettiler. Rasulü ve sizi, Rabbiniz olan Allah'a iman ettiğiniz için yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda cihad için ve rızamı talep için yurdunuzdan çıktıysanız, onları dost edinmeyin.Onlara plan sevginizi gizlersiniz. Oysa ben sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim. İçinizden kim, benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinirse şüphesiz o doğru yoldan sapmıştır.Eğer sizi ele geçirirlerse hemen size düşman kesilirler. Ellerini ve dillerini size kötülük yapmak için uzatırlar. İsterler ki keşke inkar etseniz. Akraba ve çocuklarınız size kıyamet gününde hiçbir fayda sağlamayacaktır. O gün Allah sizinle onların arasını ayıracaktır. Allah sizin yaptıklarınızı çok iyi görür." (Mumtahine: 1-3)
Allah (c.c) bu ayeti kerimede -en yakın akrabaları bile olsa- Allah'ın düşmanlarını dost edinen, onlara yardım eden kişilerin doğru yoldan saptıklarını ve kafir olduklarını bildiriyor. Babalarını, oğullarım veya akrabalarını korumak için böyle davranmalarının mazeret olarak kabul edilmeyeceğini, ahiret gününde bu akrabalarının kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını ve onları cehennemin ebedi azabından kurtaramayacağını bildiriyor.
HADİS-İ ŞERİFLERDEN KONU İLE İLGİLİ BAZI DELİLLER
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhari - Müslim)
İbn-i Mes'ud (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edildi:"Mü'minlerden başkasını dost edinme!Allah'tan korkanlardan başkasına da yemeğini yedirme!"(İbni Hibban, sahih senedle)
Ali (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Kişi kimi severse onunla beraber haşr olunur." (Taberani, sahih senedle)
Aişe (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Din; Allah için sevmek, Allah için buğz etmekten ibarettir." (Ahmed-Hakim, sahih senedle)
İbn-i Abbas (r.a) diyor ki:"Sevdiğini Allah için seven, Sarıldığına Allah için darılan, dostuna Allah için dost olan, düşmanına Allah için düşman olan kimse işte ancak bu tutumuyladır ki Allah'ın sevgisine ve himayesine erişir. Kişi böyle yapmadıkça namazı ve orucu çok olsa bile imanın tadına varamaz. İnsanların dostlukları genellikle dünya ile ilgili konulara dayanır oldu. Bu da onlara bir şey kazandırmayacaktır."(İbn-i Cerir - Taberi)
Bera b. Azib (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"İmanın kopmak bilmeyen düğümü Allah için sevmek Allah için buğz etmektir."(Ahmed, sahih senedle)
Bureyde (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Münafıklara "efendi" demeyin. Eğer o "efendi" değilse Allah'ı kızdırmış olursunuz."(Ebu Davud - Nesei, sahih senedle)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:"Kişi münafığa: "Ey efendim!" derse Allah'ı kızdırmış olur."(Hakim, sahih senedle)
İbn-i Mes'ud (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Allah (c.c) bir nebiye: "Falan abide (ibadet eden kişiye) söyle, dünyalıklarla uğraşmaman nefsini rahat ettirmen içindir. Başka hiçbir şeyle meşgul olmadan bana ibadet etmen sana izzet kazandırdı. Benim senin üzerindeki hakkımı yerine getirdin mi?" Adam dedi ki:
"Ey Rabbim! Üzerimde olan hakkın nedir?" Allah: "Benim dostumu dost edindin mi? Benim düşmanımı düşman edindin mi? İşte bu benim senin üzerindeki hakkımdır." (Ebu Nail, sahih senedle)
İbn-i Cerh- (r. a) şöyle rivayet etmiştir:
"Ebu Kuhafe (Ebu Bekir (r.a)'nün babası) müslüman olmadan önce Rasulullah (s.a.s)'e sövdü. Ebu Bekir (r. a) bunu duyar duymaz hemen babasına öyle bir tokat attı ki babası yere düştü. Bu olay Rasulullah (s.a.s)'e bildirilince Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)'ye: "Gerçekten böyle yaptın mı?" diye sordu. Ebu Bekir (r.a) ise şöyle cevab verdi:
"Allah'a yemin ederim ki o anda kılıcım yanımda olsaydı onunla vururdum." Bu olay üzerine: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin..." (Mücadele: 22) ayeti nazil oldu." (İbn-i El Münzir)
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sizden biri kiminle dostluk bağı kurduğuna dikkat etsin. Zira kişi dostunun dini üzerindedir."(Ebu Davud)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Kim müşriklerin topluluğuna girer ve orada yerleşirse o da onlar gibidir."(Ebu Davud)
İbn-i Mes'ud (r.a) şöyle rivayet etmiştir:"Ebu Musa el-Eşari (r.a) Ömer b. Hattab'a olan borcunu verdi. Ömer (r.a) Ömer b. el-Hattab'a olan borcunu verdi. Ömer (r.a) onun dikkatli ve ince hesabını beğenerek şöyle dedi:
"Muhasebecini çağır da nasıl hesap yaptığını insanlara söylesin." Ebu Musa el-Eşari (r.a):"Mescide girmiyor" dedi. Ömer b. el-Hattab:
"Niçin? Cünüp mü?" diye sorunca Ebu Musa el-Eşari: "Hayır. O hristiyandır" dedi. Ömer b. el-Hattab bunu duyunca Ebu Musa el-Eşari'yi azarladı ve ona şöyle dedi:
"Onları Allah uzaklaştırmışken sen yaklaştırma. Allah onları alçaltmışken sen onların değerlerini yükseltme. Allah onların güvenilir olmadıklarını bildirdikten sonra onlara güvenme!" (Ebu Davud)
Kur'an ve sünnette bu konuyla ilgili daha nice deliller mevcuttur. Ve zikrettiğimiz deliller hakkı ve Allah'ın hidayetini isteyen kimseler için yeterlidir. Fakat hakkı ve hidayeti istemeyen kimseler için ne kadar çok delil getirilse de onlar asla iman etmezler.
Allah (c.c) bu kimseler hakkında şöyle buyuruyor:
"Üzerlerine Rabbinin hükmü hak olanlar iman etmezler. Onlara her türlü delil gelse de can yakıcı azabı görmedikçe iman etmezler." (Yunus: 96-97)
Cenabı Allah'tan müslüman olarak yaşamamızı, müslüman olarak ölmemizi ve salihlerle hasrolunmamızı dileriz. Allah kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de İslam'dan başka bir yola saptarsa ona hidayet edecek yoktur.
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Bütün işlerin sonu O'na döndürülür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder